Fotoğraftaki gelecek

Geçtiğimiz Cumartesi TKP’nin Şişli’deki binasından bir fotoğraf yayınlandı. Kimileri ikinci sırada oturdukları için seçilmeyen on yedi kişi, yedisi kadın onu erkek. Hepsi işçi. Kamera açısının dışında kalan onlarca işçi daha var odada. 

Bir bölümü TKP üyesi, bir bölümü değil. Birkaçı sendika üyesi, çoğu değil. 

Karede görülmüyor; aslında sadece sollarında kalan duvar değil, onun karşı duvarı da kitaplık. 

Arkada duvarda bir fotoğraf seçiliyor. Baran Saltuk o. 2011’de ölen bir güzel komünist çocuk. Rahmi Saltuk’un oğlu dersem daha çok hatırlayan çıkar. Şişli’de Lape hastanesinin karşısında partinin tabelasını görenleriniz vardır. Cadde üstündeki mütevazı apartman dairesinin salonu, Baran gideli beri Rahmi ağabeyin başlattığı inisiyatif sayesinde bir kütüphane. 

Partili ve partisiz, sendikalı ve sendikasız, erkek ve kadın, belki Baran’ın ancak eriştiği yaşta gençler ve orta yaşın yukarılarına doğru deneyim biriktirenler… İstanbul’un her tarafından, bir de Gebze’den ve Orhangazi’den işçiler Partinin kitap dolu odasındalar. 

Sınıflarını temsil ediyorlar.

Cargill ve Flormar fabrikaları emekçilerin güçlü ve ısrarlı ses verdiği az sayıda direnişten ikisine sahne oluyor. Anı Tur’dan çıkarılan gençler, bir de, “yalnızca mücadele eden kazanır”ı temsil ediyorlar. Aralarında bir tekstil işçisi, arkalarında bir kafe çalışanı, onun önünde bir apartman görevlisi. Biri rafineri özelleştirmelerine karşı mücadelelerden gelen Petrol-İş’e üye. Bir başkası başkentin göbeğindeki Tekel direnişinden hatırladığımız Tek Gıda-İş’ten. Deneyimlilerin gençlere öğretecekleri çok şey var. Ama tersi de doğru. Mücadele çabuk öğretiyor çünkü.

Üçüncü Havalimanından ancak bir eski çalışan geçebiliyor kamera karşısına. Çoğunlukla, çalışanlar resim veremez. Önce özenle, sabırla güç biriktireceksin. Örgütleneceksin yani, adım adım. Çünkü döndük vahşi kapitalizm çağına! Gebze ve Orhangazi’deki iki fabrika örneği de öyle. Sendika üyeliği bile patron için işten atma gerekçesi artık. 

“Bile” diyorum, çünkü artık sendika demek hakkını aramak anlamına gelmek zorunda değil. Memlekette işçilerinkilerden daha fazla patronların sendikaları var. Al gülüm ver gülüm bir sahtekarlık düzeniyle krizi atlatabileceklerini zannediyorlar.

Ama ne gam! Sendika yoksa veya aslında işçilerin değilse o sendika, işte o resimdekiler birbirlerinin koluna girer. 

Kimisi zaten “işçi avukat.” Hukuk bürolarındaki işçi avukatlar sınıfımızın hakkı en göz göre göre gasp edilen kesimlerinden birini oluşturuyor, biliyor musunuz? Hakkın hukukun en fazla bilincine varılmış olması beklenen yer midir bu alan? Hiç de değil. Zaten avukatların giderek artan bir kısmının, sayısı pek az zengin avukatın “proleterine” dönüştüğü bir tarihsel dönemde ve üstelik hakkın, adaletin kapı dışarı edildiği Tayyipgil bir hukuk sisteminde nasıl olsun ki! İşçi avukatlar sınıf kardeşlerinin yanına koşacak, onlarla birlikte mücadelenin bir düzlemini örecekler. Sonra zamanı geldiğinde dayanışmanın akış yönü tersine dönecek. Baro seçimleri yaklaşıyor bu arada. Avukatların sınıflarının safına girmesinin zamanıdır o halde.

Türkiye’de gidişat gösteriyor ki, önümüzdeki süreçte kriz AKP’yi ve patronları nasıl etkilerse etkilesin, işçi sınıfını tek bir doğrultuda etkileyecek: İşsizlik, pahalılık, hak gasplarıyla dolu ağır bir saldırı. Beklenen başka sonuçlar çok tartışmalı olabilir; teğet mi geçir, kalbinden mi vurur, sakat mı bırakır, savaş mı çıkar, tam olarak bilemeyiz. 

Bir tanesini ise gayet iyi biliyoruz: Memlekette bugün kamuoyuna yansıyan işçi eylemlerinin toplamı iki elin parmaklarını bulmuyorsa ve birbirleriyle bağlantıları rastlantısal denecek kadar az ve zayıfsa da gidişatın kesin sonucu bunun değişmesidir. Direniş çok artacak ve yayılacak. 

Resimdeki işçiler rastlantıyı hayatlarından çıkartacaklar. Omuz omuzalar. Kitapların arasındalar. Her sektörden ve her yaştanlar. Haftaya Salı Flormar’la dayanışma gecesine, Gebze’ye gidecekler. Sınıfımızın örgütlü geleceğini müjdeliyorlar. 

Yukarıdaki fotoğraf geleceğimizin fotoğrafıdır.