Fırsat?

Sanki memleketin tamamı malını sıkı bir kârla satıp voleyi vuracak bir küçük dükkân sahibidir. İnsan kanının oluk oluk aktığı, halklara, birbirini boğazlamaya hazır uçlar –ama sıradan insanlardan, o “etle tırnak gibi” diye tarif edilenlerden derlenmiş uçlar- çıkartan, ülkeyi tehdit ve terbiye sarmalına alıştıran bir “sorun”dan söz edilmiyor da, değeri yeni keşfedilmiş dede yadigârı bir antika ele geçmiş sanki, ondan söz ediliyor! Ya da piyangocu, lotaryası mantık gibi bir şey…

Fırsat, şans… Kürt sorununda çözümün bu dile dökülmesi, Türkiye’nin derin çaresizliği değilse nedir?

AKP’nin süreçleri iyi yönettiğini söylemekte bir sakınca bulunmuyor. Kızmaktan vazgeçmeyin, çünkü kızmamak aklın kaybettiğini kabul etmek ve bir Hitler hayranının yükselişini kanıksamak olur. Ama, iyi yönetiyorlar.

Peki, Kürt sorununda ne yönetiyorlar? Ya da bir şey yöneten var mı?

Bana kalırsa burada tabloyu alabildiğine iddialı resmetmek indirgemecilik falan olmayacaktır. Kürt sorununu Türkiye’de genel olarak egemen güçlerin, özel olarak hükümetlerin “yönettiği” periyot zaten o kadar da uzun değildir. Uzatmayacağım, ama sanırım böyle bir zaman dilimi 1938, yani Dersim isyanının sonundan 1967, yani Doğu Mitinglerine kadar getirilebilir.

Sonra inisiyatif önce Türkiye soluna geçmiştir. 12 Eylül faşizminin avucunun içinden kayıp kaçan inisiyatif bir süre PKK’de olmuş, sonra AB bayrağı devralmıştır. 1999’dan bugüne giderek artan bir ağırlıkla soruna ABD el koymuştur.

Siyasal mücadelede ajanlık müessesesini görmemek saflık olur, ama siyasal dinamiklerin ajan ücretleriyle belirlendiğini sananlara, yakışacak sıfat bulamazsınız. Burada kastedilen dış faktör “adam satın almaktadır”, elbette. Ama ortada bunu da mümkün kılan bir başka zemin vardır.
ABD, Öcalan’ı yakalayıp Türkiye’ye teslim etmiş gibi görünüyor olabilir. ABD, dönemin iki partisinin oylarını patlatan bu eylemiyle Türkiye’yi rehin almıştır.

ABD’nin Irak’a saldırısını, o zaman da fırsat kavramıyla düşünen ajan kafalılar vardı buralarda. İnsanlığa açtığı ağır yaraların yanı sıra, bu harekât, bildiğimiz “bizim Kürt sorunumuzu” başka bir şey haline getirmiştir.

Şimdi Amerikan döneminin üçüncü etabının kapısındayız. Laf kalabalığından yine aynı sözcük, fırsat’tan başka şey duyulmuyor ve Türkiye, emperyalizmin herkesi ajan olarak işlevlendirme yeteneğine sahip olduğu bir ortamda büyük felaketine hazırlanıyor.

Büyük felaket, CHP’nin şaşkınlarının eveleyip gevelemelerinde yansısını bile bulmuyor. Onlar, “ne ayıp diyorlar, koskoca devlet Öcalan’la pazarlık ediyor…”

Bir kapitalist Türkiye Cumhuriyeti, kadim bir etnik sorunu Kürt feodalitesi ile kurduğu ucuz ittifakla derin bir ulusal ve sınıfsal soruna dönüştürmüştür. İki Kürt sorununda 30 yıla yakın bir süre kan üstünde nöbet tutmaktan başka yapılan şey yoktur. Yol ve okul yapmamanın resmi politika haline getirildiği yılların sonunda ne Kürtlerin okuması ne de yol alması engellenmiş, daha ziyade CHP’nin beyninde doku zedelenmesi ortaya çıkmıştır! Üç on yıldır bir adada hapis tutulan Öcalan konusunda dışa vurulan alerjinin binde biri duyarlılık emperyalist diplomatların edepsizliklerine karşı gösterilmemiştir.

Asıl felaket, fırsat diye yutturulacak olan sürecin köşe taşlarındadır. Türkiye, emperyalizmle ilişkisinde “bunca zaman rehin olduk bari tamamen hükmü altına girelim, belki bir işe yarar” noktasındadır. Türkiye, yerelleşmenin çözücü etkisinin kendini göstereceği günlerin arifesindedir. Türkiye, barışını satın almak için başka halklara cellâtlık etmeyi (egemen güçlerin ajanca bir marifetiyle değil) toplumsal olarak benimsemeye yakındır ve o derece çürümüştür. Türkiye, etle tırnağın, demagojisinin bile yapılamayacağı ölçüde, dokularına düşmanlık işlenmiş bir ülke olmaya uzak değildir. Fırsat dedikleri şey, bombanın piminin çekilmemesi için emperyalistlerden mühlet almaktan bir şey değildir.

Kürt hareketi “sonunda Öcalan’ı muhatap kabul ettirdik” diye sevinebilir. Faşist hareket “sürecin muhalefeti bize akar” diye hesap yapabilir. Saf ve yorgun demokratlar barış ve demokrasi bayramı için alanları AKP flamalarıyla süslemeye koşabilir. CHP’nin ne dediği anlaşılmayabilir…
Gerçek biricik soru, solun bu tablodan kendisinin, Türk ve Kürt halkımızın ve memleketin payına ne çıkaracağıdır.