Fazla karışık – gayet sade

ABD’de süren davanın fazla karışık olduğu belli. Bir jüri üyesi bile işin içinden çıkamamış ve gözkapaklarındaki ağırlığa direnememiş. Sarraf tahtayı şemalar, oklar, açıklamalar, sayılarla dolduradursun, mahkeme başkanı uyuklayıp kötü örnek olan jüri üyesini görevden almış mecburen.

Konşimento sözcüğünü Sarraf okula gitmeden önce öğrenmiş olabilir. Yalnız Türkiye nüfusu değil, dünyanın mutlak ve çok büyük çoğunluğu sözcüğün nasıl yazıldığını bilemediği için sözlükten de yardım alamayacaktır.

Velhasıl bu dava bu yanlarıyla fazla karışıktır.

AKP dediğiniz kalabalık köylü kurnazlığını iktidara taşımış bir demagoji uzmanları merkezi. Bunların güttüğü siyasetin, yaptığı analizin herkesi aptal varsayması ama herkesin aptal olmamasının bir önemi bulunmuyor. Zaten karışık olan hayatı içinden çıkılmaz, anlaşılamaz hale getirebiliyorlar. İnsan anlamadığını değiştiremez.

Bu paralar kimin parası, belli değil. İran’la ticaret yapmak suç mu peki? Amerikalılar yasak dedi diye mahkeme neyi tartışıyor? Peki alışverişi dolarla yapmasalar olacak mıymış?

Bir de Kılıçdaroğlu’nun açtığı dosya var. O ada ne adası? Hakikaten, o para buradan mı oraya gitmiş, oradan mı şey olmuş? Vergiden mi kaçırmışlar, faizi var mıymış? Faiz caiz miymiş?

Bu tartışmaların içinden tereyağından kıl çeker gibi çıkılması zaten imkansızdır. En iyisi işi bir “uzmanlık konusu” haline getirmektir.

Uyuyakalan jüri üyesi misali, Türkiye kamuoyunun da içinin geçmesi olasılığı çok yüksektir. AKP meseleyi karıştırmaya oynamaktadır ve zaten mesele karışıktır. Konşimento yenir mi, içilir mi?

*    *    *

Diğer taraftan olay sadedir ve bir ahlaksızlar güruhu halkın rüyasında göremeyeceği, kaç sıfır koyması gerektiğini bilmediği paralarla oynamaktadır. Rüşvet vermektedirler, demek ki yaptıkları işte bir ayıp olmalıdır. Para ne kadar çoksa ayıp da o kadar ağır olsa gerektir.

Amerikan adaletine kim inanır? Ne adaleti ne sistemi? Adam suçluyum diyor ve yargılanmıyor! Koskoca bir devletin benimsediği şey, özetle ve alenen adaletin yadsınması! Akşam sanık yatıp sabaha tanık kalkılabilen bir dünyada, bizimkiler de adamı geçen ay hayırsever ilan edip sonra hain saymışlarsa, ne olmuş yani?

Karşımızda bir düğüm var ve belli ki, bir Amerikan yargısı, iki Graham Fuller’i falan tutuklamaya kalkan çılgın Türkler, üç Kemal beyin dosyaları, dört Trump-Rusya ilişkisinin üstündeki tepinmeler, beş AKP’nin bölge dansları… yani sonsuz uzayan bir liste bu düğümü kılıçla bile kesilmez hale getiriyor.

Türkiye halkı meseleyi anlayacak da…

*    *    *

Ama detaylardan kaçarsanız anlaşılmayacak bir şey de yok. Demiş ya halkımız; çok laf yalansız, çok para haramsız olmaz! Bildiğin, hırsızlık…

Lakin sadece Türkiye değil bütün dünya “çaldım ama bir sor niye çaldım” yüzsüzlüğüne boyun eğilen bir çağdan geçiyor. İranlı kardeşlerimiz için, mazlumlar için, din için, ticaretin doğal parçası olduğu için, Amerikalıları ve dahi haçlıları ifrit etmek için, hakkımı almak için, hacca gitmek için, haccı buraya getirmek için…

Bir kere soruyu meşru saydın mı, yanıtlar ortalığı daha da karıştıracaktır. Dinin ahlaksızlığa dönüştüğü bir zamandayız ve bu yeterince karışık geliyor “sokaktaki insana.”

*    *    *

Bütün bunlar komik değildir ve süregiden, ayyuka çıkan dolandırıcılık, yolsuzluk, rüşvet mekanizması halksız döndürüldüğü gibi, halksız resmedilmektedir. Bu çark, seyretmekle yetinenin anlayamayacağı bir çarktır. Dahası, Türkiye görülmemiş, benzersiz bir dejenerasyon yaşamaktadır ve bu dejenerasyondan “kamuoyu” da bağışık değildir. Seyredenlerin önemli bir kısmının, sıfırlarını sayamadığı paralara imrendiği sır mıdır?

Haksızlıklar halksız bir sahneye yerleştirildiğinde meşrulaşır.

Halk o şemaları anlayacak işletme bilgisine sahip olduğunda seyrettiğini anlamış olmaz. Halk jüri olup kimseyi yargılayamaz; uyur kalır.

Halk taraf olunca olunur.

Halk seyretmeyip “yaptığında” halk olur.

Halk kendi varoluşuyla, yani emeğiyle, vicdanıyla haksızlığın her türü karşısında çileden çıkıyorsa, gücü yettiğinde elinin tersiyle ahlaksızlığı süpürmek için harekete geçiyorsa, harekete geçmeden edemiyorsa halktır.

İşte o zaman hayat gayet sade olacaktır.

Yoksa bu kabaran dalganın artık birilerini yutacağı açıktır. Ama halk harekete geçmiyorsa “gelen gideni aratır.” Bunu da yine en iyi bu sonuncuyu uydurmuş olan halkımız bilir.