Faşizmle demokrasi arasındaki fark

Tayyip Erdoğan Kuzey Kıbrıs’ta bile Afrin harekatının eleştirilmesine izin vermemek için çağrı yaptı ve Kıbrıs ölçeğinde sayısı az sayılamayacak bir güruh hedef gösterilen basın kuruluşuna hemen saldırdı. Tahmin edileceği gibi bu faşistler kendilerine uzatılan kamera ve mikrofonlara, anlaşılamayan böğürtülerle konuşuyorlar, bu çabadan yorgun düştükleri anda da liderlerinin adını haykırıyorlardı. Sanırım, slogan niyetine üç sözcüklük bir ismi bas bas bağırmalarının nedeni, böylece yanlış bir şey söyleme ihtimalinin sıfırlanabilmesi. Yoksa bu topluluk akım derken bokum diyecek kalibrededir.

Faşizmle demokrasinin farkı bunların ellerinde sopalar veya tabancalarla oraya buraya saldırmaları ile “sandıklara sahip çıkarak” demokratik görevlerini yerine getirmeleri arasındadır.

Sosyalizmde bunların suça bulaşmış olanları kuşkusuz kovuşturulacak, ama esas olarak zarar ziyan hallerinden çıkartılmak üzere eğitime tabi tutulacaklardır. Bir kısmının soluğu yurtdışında alacağı ise kesindir.

***

Alaycı bir dil kullanıyor olmam bu kalabalığı ciddiye almadığım anlamına gelmiyor. Bunlar basbayağı tarihsel bir kategoridir. Bundan tam 97 yıl önce Trabzon’da ortaya çıkmış ve TKP Genel Başkanı Mustafa Suphi, Genel Sekreteri Ethem Nejat ve ülkenin yüz akı, gencecik TKP’nin yöneticisi bir dizi devrimci aydını deniz yoluyla kenti ve ülkeyi terk etmeye zorlamışlardı. Sonra kendi tekneleriyle peşlerine düştüler ve öldürdüler, öldürdüler…

O dönem Mustafa Kemal’in öne çıktığı Ankara’dan veya Kazım Karabekir’in Erzurum’undan bakıldığında milli hislerle galeyana geldiğinde yurtseverlikten serseriliğe düşen bir kitle görülmüş olmalıdır. Ancak tarihçiler ve gözlemciler kitlelerin ancak organize biçimde katliam yaptıklarını bilir ve görürler. Yıllarca “asıl katil kim” sorusunun peşinden gidilmesi bu kabulden dolayıdır.

Bu anlamda sokaktaki alçakların bir noktadan sonra ciddiye alınmamasını öneririm. Bunlar sırtları sıvazlanıp cepleri doldurulunca aslan kesilen serserilerdir. Demokrasi ile faşizmin farkı bu ilişkinin örtüklüğü ve aleniliği arasından geçmektedir.

Sosyalizmde, bunların iplerini tutan eller yok edileceği için beslenme damarları ve varlık koşulları da zayıflayacaktır. Ancak başka sosyalist ülkelerin, örneğin Küba’nın deneyimi, bize iplerin ve onları tutan ellerin dünya üzerinden silindiğine emin olana kadar sosyalist demokrasinin silahları gömmemesini söylemektedir. “Proletarya diktatörlüğü” insanlığın bu yağmacı urdan arındırılması için vazgeçilmez ve başka bir şeyle yeri doldurulamaz bir özgürlük aracıdır.

***

Bu serseriler ilerleyen yıllarda İstanbul’da Ada vapuruna binip “vatandaş Türkçe konuş” diye sağı solu tehdit etmişlerdir. Söz konusu olan açık bir hükümet politikasıydı.

Devlet 1945 Aralık’ında Tan Matbaasını basan sürüye “aa ne kadar da ayıp” biçiminde tepki göstererek faşist değil demokratik bir davranış sergileyecekti! (Nasıl demokrasi bu, demeyin; az bekleyin…)

6-7 Eylül 1955’te Selanik’te Atatürk’ün evine saldırılmasına tepki göstermek açıkça temiz milli hislere dayandırıldı. Tepki meşru, ama yağma abartıydı. Hele gayrimüslimlere yönelik, öldürmeye varan eylemler, olup bitene müdahale edilmesini gerektiriyordu. Enkazı kaldırmak için ordu çıktı İstiklal Caddesine… Saldırganların arasına provokatörler karışmış olabilirdi ve DP hükümeti de en az önceki CHP hükümetleri kadar demokratikti! Provokatörlerin solcu olabilecekleri üstünde hassasiyetle durdu demokratik hükümet!

Faşizmle demokrasi arasındaki fark incedir ve burada örnek verdiğimiz şiddet olgusunun düzen tarafından ne ölçüde sahiplenildiği bir yelpazeye yayılır. Biraz daha çok, biraz daha az, hafif, daha ağır… Kapitalizmde faşizmle demokrasi aynı sınıf diktatörlüğünün farklı biçimleri olduğu için kardeştirler ve aralarında uçurumlar yoktur.

Sosyalizm sermaye sınıfını ortadan kaldıracağı için, faşizmin köpürtüp böğürttüğü güruhları ve kravatını takıp oylamaya giden demokratik katılımcı yurttaşları, birlikte içine düştükleri yalan dünyasından özgürleştirir. Yanıltılan ve suça yönlendirilenler için sosyalizmin sunacağı eğitim imkanının özü de aslında budur. Zira demokratik ve katılımcı yurttaşlık ile ağzından böğürtüler çıkartmak arasındaki fark niceldir. Birinciler ikincilere dönüşüverir, demiyorum. Ama aynı toprak bazen birini bazen diğerini, çoğunlukla da aynı anda ikisini birden besler.

***

Ne de çok yıldönümü sıkışmış şu günlere! Afrika gazetesine saldırı Kıbrıs’ta katledilen aydınları hatırlattığında Hrant anmasının üstünden birkaç gün geçmişti yalnızca. Ardından Uğur Mumcu, sonra Mustafa Suphiler. Birkaç hafta önce Maraş. Yılbaşı gecesi ise taptaze; geçen yılki IŞİD katliamı…

Maraş’ta veya yıllar sonra Sivas’ta elinden bir şey gelmeyen sosyal-demokratlar düzenin demokratik yüzünü temsil ederler. Faşistlik ise itin kopuğun üstüne yıkılır ve Çiller’di, İnönü’ydü, Demirel’di unutulur. Bayar’ın, Menderes’in unutulmaları gibi…

Unutulmalıdır ki, demokrasi güçlü olsun! Güçlü demokrasi ne mi demek? Halk kitleleri demokrasi oyuncağıyla eğleşip dursunlar işte…

Kuşkusuz Erdoğan da isterdi, oraya buraya saldırı emrini bizzat vermek zorunda kalmamayı. O da isterdi düzenin eski ekâbir yöneticileri gibi, meşru, demokratik, saygın, tarafsız görülmeyi… Yalnızca o değil. Erdoğan’ın düzen içi muhalifleri de isterler aynı şeyi. Siyaset yelpazesinde faşizme düşen alan ne kadar genişlerse liberalin, sosyal-demokratın, hatta solculuk oynayanın bile aynı beslenme kaynaklarına ne kadar yakın olduğu açık olur. Su alan gemi kapitalizmin ortak teknesidir zira…

Hal böyleyse ve başlıkta ima edilen soruya bu yazıdaki gibi bir yanıt verilmesi uygunsa, sonuç alınması mümkün biricik mücadele sosyalizm mücadelesidir. Faşizme, savaşa, şuna buna karşı demokrasi mücadelesi koskoca bir yalandır.