Erdoğan'ın Kürt savaşı

Tayyip Erdoğan'ın dünkü savaş ilanı, bir süredir hükümetin sadece icraatında değil aynı zamanda dilinde de ifadesini bulan yönelimin açık bir strateji haline geldiğini mi gösteriyor? Yani, AKP -Kürt sorununa emperyalizmle uyumlu, gericiliği yükselten, ulusal kimliği dincilikle seyrelten, radikalizmi marjinalliğe itekleyen yanlarıyla birlikte, eşitlikten, adaletten ve özgürlükten uzak da olsa- bir “çözüm” getirme defterini kapatmış mı oluyor?

Net olabiliriz. AKP'nin böyle bir ehliyeti yok.

Bunun da iki nedeni akla getirilebilir. Birincisi Kürt mücadelesinin kendisidir. Herşeyi kendisinin ihsan ettiği yolunda ilginç ve saçma bir toplum ve politika yorumuna sahip olan başbakan, zaman zaman Kürt sorununu çözdüğünü de dile getirebilir. Fark etmez. Kürt siyaseti ve ulusal hareket, önemli mesafe kat etmiştir ve sıfırlanma olasılığı yoktur. Büyük çoğunluğun artık bildiği gibi Kürt ulusal hareketinin tarafı olmadığı bir çözüm bulunmuyor ve hareketin bu anlamda siyasal platformdan dışa atılması olanaksız.

İkincisi ise Ortadoğu'da Amerikan emperyalizminin geliştirdiği inisiyatiftir. AKP'nin yetki alanı bu inisiyatifin belirlenimi altında. ABD'nin Kürt sorununda Erdoğan dışındaki bütün öznelerin tasfiyesini istediği veya bunu onaylacağı yolunda herhangi bir veri yoktur.

Son savaş konjonktürünün öncesine gerçek çözüm ve kurucu meclis hayalleriyle yaklaşanlar yanılıyordu. Ama son savaş konjonktürüyle aklı karışanlar, AKP'yi gerek içerde gerekse uluslararası bağlamda tek yetkili güç olarak algılamaya son vermeliler. AKP hem mücadelelerle hem de sistem içi dengelerle bağlı bir aktördür.

AKP bu çerçevede güçlüdür. Çok güçlü olan AKP bir kadiri mutlak değildir.

Çok cahile ve deliye sahip bulunan AKP deli veya cahil de değildir. AKP'nin düzen içi bir Kürt çözümünden büsbütün vazgeçmesi söz konusu olamaz.

Bu sonuca gelen yol soyut, ilkesel değil, somut, stratejik ve taktiktir.

AKP bu süreçte zorunlu olarak kurulacak bir masaya morali yüksek, arkasında kazanım biriktirmiş, inisiyatif sahibi bir muhatabın değil, -tastamam bir işbirlikçi olamayacağına göre- hiç olmazsa biraz kolu kanadı kırık, boynu bükük bir temsilcinin oturmasını arzulamaktadır. Seçimin eşiğinde BDP'nin kimleri aday gösterebileceğine karışılmasından, sonrasında milletvekilliklerinin iptaline, bütün süreçte çatışmaların körüklenmesine kadar “sertlik ögeleri” bu çerçeveye oturmaktadır. AKP'nin Kürt dinamiğini baskılama taktiğinin İran'la çakışması ise çok anlaşılır bir durumdur. Irak'ın işgalinde Kürtlerin aldığı tutumu yaşadıktan sonra İran'ın Erbil ve Kandil'e değil Ankara'ya oynaması da çok anlaşılır bir durumdur.

Karayılan'ın yakalandığı balonu, İran'ın PJAK savaşı ve yine İran'ın Kandil operasyonu, Ortadoğu'nun İran denklemiyle Türkiye'nin Kürt denklemini açıkça birbirine doluyor. Bu İran için önemli bir açılımken, AKP iktidarı için karışık bir gereksinime denk düşmektedir. Köprüden önce çıkış var halen. Tahran-Ankara duvarının Kürt siyasetini geri adım atmaya ve masaya geri geri yaklaşmaya zorlayacağı düşünülüyor olabilir.

Ama aslolan masadır. Emperyalizmin Suriye perspektifi kuşatma ve kışkırtmadan bölme ve işgale uzanıyor. Türkiye'nin Irak'ta olduğu gibi dışta durma olasılığının tamamen devre dışı bırakıldığı da açık. Ancak Türkiye'nin Suriye'yi, vurmak için bile değil, yalnızca daha fazla veya ciddi biçimde sıkıştırmak için, Kürt faktörünü kendi safına çekmesi gerekecek. Bildiğimiz o yalancı, adaletsiz, kanlı ve kirli “Kürt çözümü masası”nı kurmamak, Washington-Ankara cephesi için çok büyük bir risk olur. Şu aralar Ankara'ya kozunu göstermekte olan Tahran'dan ta Şam'a uzanan cephenin PKK uğrağıyla pozitif bir ilişkiye girmesi olasıdır.

Bu olasılık AKP için bir yıkım olmayacaktır, ama satranç hamlelerini öngörmenin bir sınırı var. Hem bu bir satranç değil, toplumsal, siyasal mücadele alanı.

AKP'nin portföyünde önceliğin Kürt sorununu çözmek değil, Kürt ögesini daha geniş bir Ortadoğu politikası içine yerleştirmek, bu sayede özgün ağırlığını azaltmak olduğunu düşünebiliriz. Ama bunun için Kürt siyasetini daraltmak, demoralize etmek gerekiyor. Bugün içinden geçtiğimiz konjonktürü böyle görebiliriz. Zira Kürt hareketinin yakın zamandaki güçlenişi, Suriye'de artan hararet tarafından örtülecek ölçülerin ötesindedir.

Bu koşullarda Kılıçdaroğlu, barışçı çözüm mesajlarıyla, AKP'nin ateşe attığı kestaneleri CHP'nin toplayabileceğini söylemiş oldu. Umalım ki, daha geçen ay yemin krizinde BDP ile aynı fotoğraf karesine girmemek için o kadar uğraşmış bir CHP'nin MHP çizgisiyle arasındaki köprüleri atmasının, BDP'ye değil AKP'ye uzatılmış bir yardım eli olduğunu herkes görsün.