Erdoğan karşıtlığının sonu mu?

AKP’nin liberal, sosyal demokrat, Kürt ulusal, başta Alevilik olmak üzere çeşitli “kimliksel” ve sol muhalefetlerin desteğini gördüğü yıllar boyunca, “Erdoğan karşıtlığı” komünist ve devrimci sola özgüydü. Yaptığım liste de gösteriyor ki, bayağı marjinalmişiz 2000’lerin ilk on yılında!

Kurumsal siyasette marjinaldik, ama kitlesel siyasette durum hiç öyle değildi ve Erdoğan nefreti memlekette en yaygın duygu durumu sayılabilirdi; hatta başlı başına bir kendiliğinden ideoloji haline gelmişti. Gezi’de o da patlayacaktı. 

2010’larda önce “tek adama”, sonra “saraya” yönelik tepki yükseldi. Yukarıdaki liste ve daha niceleri Erdoğan karşıtlığıyla kendilerini tanımlar ve bütün toplumu bu pozisyona davet eder olmuşlardı. Daha yeni, 12 Eylülcüleri yargılayacak olan Erdoğan’a omuz veren, sonuna kadar gitmesi anlamında “yetmez ama evet” diyen, Dink cinayetinin üstüne gidip kontrgerillayı tasfiye etme olasılığından heyecanlanan AKP muhalefeti (!) şimdi “1990’lara geri dönen”, “milliyetçilikle uzlaşan” Erdoğan’a sitem ediyordu. Sitemle kalınmadı, ittifaklar dağıldı. Erdoğan da kendisinden kopanlara hayli acımasız davrandı. 

Birinci evrede biz Erdoğan’ı teşhir ediyor, “AKP’yi istemiyorduk”. Gidişatın demokratikleşme değil şeriatçı-faşizme doğru olduğunu anlatmak için çok uğraştık. AKP sevdalısı muhalefetin en utanmaz sözcüleri olarak sol liberaller bizim ne milliyetçiliğimizi, ne Ergenekonculuğumuzu bıraktı. 

İkinci evrede, bu tuhaf muhalefet Erdoğan’a odaklandı. Neredeydi o ilk yıllar… Erdoğan sapmıştı orijinal, demokratik çizgisinden. Muhalefet yapıcıydı yapıcı olmasına ve Erdoğan’ı ve/veya AKP’yi yeri geldiğinde Kemal Derviş çizgisine, mutlaka Avrupa Birlikçiliğe, “farklı yaşam tarzlarına saygıya”, Kürtlerin özgürlük taleplerine razı olmaya çağırmayı sürdürdü. Tek adamcılık ve Saraycılık şiddetlendikçe bu muhalefet “yapıcılığından” hiç ödün vermedi! Bir kişinin gitmesiyle bütün dertlerin sona ereceği önermesi, aslında düzen açısından yapıcıdır.

Biz Tayyip Erdoğan’a odaklanan muhalifliğin, düzenin ve karşıdevrimin sınıf içeriğini örtmeye hizmet ettiğini anlatıyorduk. Erdoğan bir günah keçisi değil, kapitalizmin has temsilcisiydi. Ortaçağ meczupluğunu değil, sömürü düzenini temsil ediyordu…

Utanmaz sol liberallerin bize ne dediğinin bir önemi kalmamıştı artık. Artık akıllarına ne gelirse öyle takılıyorlar. Hiçbir şey bulamazlarsa adlı adınca küfredip geçiyorlar. Neyse, konumuz bu değil. Konumuz Erdoğan karşıtlığı. 

24 Haziran sonrasında Tayyip karşıtlığının tükenmeye yüz tuttuğunu gözlemleyebiliyoruz. Bakın; dolaylı örnekler versem, ciltler dolar. Şimdi CHP Trabzon milletvekilinin ekonomik krize karşı mücadelede “yerli ve milli ürünlere kalp şeklinde Türk bayrağı konsun” önerisinden söz etmeyeyim. Böyle muhaliflik olamayacağı aşikâr olduğundan, o kalbin Tayyip Bey için çarptığı gibi bir yorumda da bulunmayayım. Bu yorum kesinlikle doğru olurdu. Ama Deniz Baykal, Erdoğan’ın “bağımsız yargı arayışından” duyduğu memnuniyeti demeç diye dile getirdiyse, bunu da hapisteki bir vekilin eşine anlattıysa dolayımlarla uğraşmaya ne gerek kalır ki! Hatta bir sanatçının AKP’ye gülücük gönderip göndermediğini açığa çıkartmaya da değmez artık. Müzik dünyasının en muhalif yapımcısı Erdoğan’ın resepsiyonunun amigosu olup, aynı gemideyiz diye slogan atmaya başladıysa resim açıktır. 

Bu kadar değil. En başta sıraladığım “muhalefet” sıralarına tekrar bir göz atın. CHP’nin “solcuları birleştirmekle yetinirsek belediyeleri kaybederiz” diye özetleyebileceğimiz “ortak aklına” örneğin. Kemal ve Muharrem beylerin, Erdoğan’ın hileleri raporunun üstünde oturmaya devam edecekleri kesindir. HDP’nin, kazandığı belediyeleri imam kayyımların yönetmesinden şikâyet ettiğine rastladınız mı? Yerel seçimler söz konusu olduğunda HDP elinden zorla alınanları sineye çeken, CHP ise aylar öncesinden kaç yeri kaybedeceğini hesaplayan halleriyle Erdoğan’ın zaferini kabullenmiş görünüyorlar. Bu ortamda Erdoğan karşıtlığının geri düşmesi kaçınılmazdır.

Ancak bütün bunlar düzenin “kurumsal siyaset” alanı için geçerlidir. Herhangi bir siyasal partinin, kurumun altına sığmayan kitleler söz konusu olduğunda ise Erdoğan alerjisi popülaritesinden hiç kaybetmişe benzemiyor. Tersine krizle birlikte, Erdoğan karşıtlığı ile sermaye düzenine tepkinin giderek çakışması beklenir. Majestelerinin muhalefeti majesteyi aklaya dursun, işçi sınıfının sözünün doldurabileceği boşluk büyüyor. Boşlukların dolmaması mümkün değildir. Erdoğan karşıtlığında düzeni değiştirmeye yönelen üçüncü evre yaklaşmaktadır.