Erdoğan 15 Nisan’ı kaybetti

Anketleri bilmem ama, referandumdan öncesi Erdoğan için kayıptır, onu bilirim. Hem o kadar kayıptır ki 16’sından sonra oylama sonucu ne olursa olsun kimse Reis’in işgal ettiği pozisyona özenmemelidir. Kendisi açısından olabileceklerin en iyisi bile olsa tavsiye etmeyiz.

Bir proje olarak AKP çeşitli üçlemelere dayandı. Birinci üçlü emperyalizm-büyük sermaye-gericilikten oluşuyordu. Emperyalizmin yazdığı senaryonun sınıfsal karakteri içerdeki büyük sermaye tarafından onaylanıp kontrol edilecek ve gericilik tarafından hayata geçirilecekti.

Zor olmadı. Türkiye’de 1990’larda çok yorgun düşen siyasetin merkezi o kadar iddiasızlaşmış, yaratıcılıktan uzaklaşmıştı ki, Demirel cumhurbaşkanlığından, Ecevit de malulen emekli olunca geriye Erbakan takımından birkaç tasfiyeci muhterisi devşirmek yetti. 1990’larda biri diğerini kovalayan yönetim krizleri sahayı temizlemiş, senaryo yazarlarının önüne bir beyaz kâğıt koymuştu sanki. Borsayı fiştekleyip ekonomik kriz vesilesiyle yeni bir perde açmak, işin eğlenceli kısmı olmuştur muhtemelen. Devlet Bahçeli’nin jesti olmasa bir başka yol bulurlardı, kazananı önceden ilan edilmiş bir seçime gitmek için…

İkinci olarak, bu projeye -isterseniz artık Proje2000 diyelim- içkin işbirlikçiliği, yağmacılığı ve tarih içinde geriye yolculuğu bir “iyileşme” olarak yutturmak üzere birtakım müttefikler bir araya getirilmeliydi: Liberaller, Kürt ulusalcı özgürlükçüleri ve şeriatçı gericiler bir üçlü oluşturdular.

İlginçtir ve bir açıdan eksiktir. Popüler ve manipülatif tarihçiler Kemalist hareketin üç akımı düşman belleyip ezdiğini söylerler: İslamcılar, Kürtler ve komünistler. Üç benzemezi yan yana getirip yüzeydeki benzerliklerle yazılan büyük teoriler çok paspaldır. Nedir bu akımların ekonomi politiği, sınıfsallığı ve uluslararası dinamiklerle ilintileri, diye sorsanız, paspal tarihçi “teşbihte hata olmaz” deyip işin içinde çıkmayacak, düpedüz sırıta sırıta kaçacaktır! Sonra nerededir gayrimüslimler, nerededir ittihatçılardan türeyen muhalifler, kimse bilmez… Ama konumuz açısından detay olan bu noktaları geçelim; şu Proje2000’in vazgeçilmezi liberaller ile Kemalizmin ezdikleri listesinden komünistler örtüşmemektedir. Madem öyle, bol laf kalabalığıyla sosladığın solcuları kırpıp kırpıp liberal yapacaksın, liberallere de kızıl mı kızıl boncuklar dağıtacaksın!

Bu bir iktidar üçlemesi idiyse, ülke siyaseti de rastlantı bu ya, bir başka açıdan üçe bölünmeliydi. İktidar bloku ve zaman zaman görünür olup sonra geriye çekilen müttefiklerinin dışında geriye Kemalist-sosyal demokratlar ile Türkçü faşistler kalıyordu. Bu ikisi ana akıştan kopan, tepki duyanları bir görev bilinciyle toplayacaklardı. Yani onlara da Proje2000 içinde görevleri tevdi edilmiş olmalıydı. Böyle iktidara böyle sosyal demokrat muhalefet veya böyle faşist muhalefet…

Bunların devamındaki üçlüler daha örgütsel karakterdedir ve siyaset dilinde bunlara triumvira da denir: Erdoğan-Gül-Arınç triumvirası, sonra ilki sabit kalmak üzere Davutoğlu ile Akdoğan triumvirası, ardından… bir şey gelmiyor mu? Evet gelmiyor! Akar ile Fidan, bir de Soylu ve Albayrak... Belli bu yol Bilal’e kadar gidecek!

Neden olmuyor’a geleceğim. Ama sizin aklınıza başka bir soru takılmış olabilir: Bu resimlerde Fethullah Gülen nerede derseniz, o bir ruhtur ve hepsine içkindir, herkesin içine kaçmıştır. Gülen’i çıkartılmış şeriatçılık olmaz. Abant’ta ağırlanmayan liberal sayılmaz. Onsuz emperyalizmin Türkiye için yazdığı senaryo bayağı renksizdir. İçindeki Gülen alınmış bir Erdoğan kâğıttan kaplan bile değildir. O, projenin her tarafına yayılmış bir kanserleşme olgusudur.

Erdoğan ilk önce triumviradan vazgeçti. Abdullah, Bülent, Ahmet, Yalçın beylerin yerini başkası dolduramayacak diye değil. Sorun kalitede değil, hepsi birbirinden kalitesiz çünkü ve bunlardan çok var. Sorun çok daha bütünlüklü. Hangi düzlemi tutsan elinde kalıyor.

Emperyalizm ve büyük sermayenin Erdoğan tipi gericilikten haz etmesi epey zamandır mümkün değil. Ama böyle bir borç delisinden niye vazgeçsinler ki? O olmasa kimi yollayacaklar Suriye’ye; ve nasıl ayar verecekler bilumum başka aktöre? Gönüllüsü varken niye başkasını arasınlar orman kesip beton-asfalt dökmek için? İşçileri topluca öldürüp kârları yükseltme işini bu yobazlardan başka kim bu kadar başarıyla halledebilirdi? Emperyalistler ve sermayedarlar, kapı kapı gezip en kirli görevler için dilenen bir iktidara arka arkaya uzatma veriyorlar. Ama kabaca bu kadar. Ortada proje falan kalmadı.

Liberallerin bir bölümü içerde, diğerleri çoğunlukla faaliyetlerini Avrupa’dan yürütüyorlar. Kürt ulusalcının içerde olmayanları merkezi Suriye’ye devredecekmiş gibi duruyorlar. Neyin ne zaman olacağını hiçbiri bilmiyor. 2015’deki iki seçim arasında bir Amerikan temsilcisi “biraz sabır” tavsiye etmişti… Acaba?

İç siyaset tam alem! Durun, siz kardeşsiniz! Milliyetçi faşistlerin misyonu koalisyona girmek değildi ki. Zaten Bahçeli eyalete takıldı kaldı. CHP mi? Sorun şu ki, Proje 2000’in içinde zamanla üçüncü, ikinci aktör, akım, şahıs kalmaz. İslamcı bir sultanlığın içinde hangi sosyal-demokrasiden, kimin özgürlüğünden söz edeceksiniz? CHP, “İkinci Cumhuriyetin sosyal-demokratı” olmaya dünden (yani senaryo yazılalı beri) razıdır ama öyle bir şey yok ki!

Türkiye bugün “ama böyle konuşmamıştık” evresindedir. Herkes bir diğerine böyle demektedir ve Erdoğan bu nedenle yeniktir. Erdoğan aldatılma ve aldatma rekorunu keyfinden kırmadı.

Bu tablo tamir edilemez. Erdoğan yeniden projelendirilemez. Anayasayı değiştirmek her tarafı dökülen Erdoğan iktidarının tamirat denemesiydi. Oylama sonucundan bağımsız olarak asıl bu sonuca erişilemedi. Bu anayasa ya geçmez ve diğer yamaların da dikişleri atar. Ya da geçen şey bir anayasa işlevi kazanmaz. Hep delinir veya bir danışmanın dediği gibi olmadı denir, baştan yapılır! Anlaşıldı ki yapılamayacak… Yeni tamirat denemelerini ise göreceğiz. Her defasında daha zayıf olacaklarını bileceğiz.

Zayıflık-güçlülük… Siyasette göreli sözler bunlar. O yüzden yukarıdaki detaylardan bir tanesi sanıldığından daha önemlidir. Projenin, devrimcinin kırpılıp liberal yapıldığı sahnesi pek tatsız tuzsuzdu, ama zaten olmadı. Türkiye’de sol varlığını sürdürdü. Batıyı üs tutmayan ama emperyalizme karşı çıkan, gericiliği bir kimlik ve hak olarak değil insan ve emek düşmanlığı olarak gören, yağmanın sınıfsallığını kavrayan bir sol. Bütün bu toz bulutunun sınıf denerek yere indirilebileceğini ve sınıf tarafından süpürüleceğini bilen bir sol. Liberallikle, milliyetçilikle, Kürtçülükle terbiye edilmek istenmiş ve bütün testlerden başı dik çıkmış bir sol.