Empati ve adalet

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu’nun AKP yöneticilerine yolladığı ironik “sizi anlıyorum ama yapmayın” mesajı gibi değil; ama ben de AKP’yi anlıyorum. Bunların nasıl böyle bir çıkarcılıkla, keyfilikle; kuraldı, yasaydı, hukuktu, normdu bilmezden gelerek iktidara tırnaklarını geçirebildiklerini hakikaten anlamamız gerekiyor.

Düşünsenize, adam kendisi İstanbul’a ihanet ettik demişti. İhanet, devlet yöneticileri işlediğinde çok ağır bir suç oluyor…

Büyük kısmı demagojik ve boş bir laf vardır; seçmen sandıkta cezalandırır, falan denir.

Demagojik ve boştur bu laf; çünkü “serbest seçim” adı verilen, burjuva veya temsili demokratik veya parlamenter seçimler adaletin tecelli ettiği bir mekanizma değildir. Emekçi halkın mülk sahipleriyle yasalar karşısında eşit olma mücadelesidir, genel oy hakkı. Genel oy kitlelerin örgütlü mücadelesiyle kazanıldı. Sonra mülk sahipleri, sermayedarlar, zenginler, sokakta vermek zorunda kaldıklarını “masa başında” geri almak üzere bir katakulli tasarladılar. Oy hakkı örgütlü mücadeleyle bir kez kazanılmıştı ya; artık oy hakkını uygulamak için örgütlülüğe gerek kalmamıştı! Hatta seçmen olmak örgütlü olmayı gereksizleştirebilirdi. Seçmen bireydi, örgütlü halk ise öylesine, kaba saba bir kalabalık… Bu son cümle neo-liberal çağda bir ezbere dönüştü ve genel oy yalan oldu, yenildi. 21.yüzyıl kapitalizminde seçimlerin uygulanışı koskoca bir yalandır. Seçim örgütsüz halka boyun eğdirmenin, örgütlenmekten vazgeçirmenin aracıdır. Eskiden tapu gösteren yurttaşlar seçmen olabiliyormuş yalnızca. Artık para yatıramayan, para yediremeyen aday olmayı aklından bile geçiremiyor. Paran kadar propaganda yapılabiliyor. Yoksullara zenginler arasından zengin beğenmek düşüyor. Sandık paranın saltanatının parçasıdır.

Öte yandan seçim dendiğinde bize miras kalmış ilk duygu empatidir. Genel oy hakkı bizimdir çünkü. Biz yarattık ve biz tekrar ayakları üstüne dikeceğiz. Örgütlü bir halka ihtiyaç var bunun için.

O empatinin bugünden başlayarak, ara sıra kendini hissettirmesi hiç fena olmaz. Sandık adalet mekanizması değildir, ama suçluların hiç olmazsa önemli birkaç yerel yönetimden düşürülmesine vesile olacak, adaletin geri gelebileceğine yönelik bir umudu yeşertecek bir seçimle aramızda bu anlamda bir empati ilişkisi vardır, olmalıdır.

CHP’nin AKP ile kurmak istediği empati bundan hayli farklı. Şunlar CHP mesajları:

Merkezi iktidarın değişmesine gerek yok, erken seçim istemez, dört buçuk yıl iktidardasınız

Hepimiz vatanseveriz, siz de, biz de, ötekiler de

Erdoğan kaybetmedi, Erdoğan’ın kibri kaybetti

Devri sabık yaratmayız…

Oysa tek itiraf kent konusunda değil. Hanımefendi tüketim kültürünü eleştirdiğinde herkesin aklına görülmemiş boyutlardaki talan ve savurganlığın gelmesi rastlantı değildir. Savurganlık görüntüsüne bürünen talan patlarken Türkiye’de geçen öğretim yılında 400 binden fazla genç üniversiteyi yarıda bıraktı.

Öldürmekten daha büyük suç var mıdır? Ateş emrini verdiğini ikrar eden bir liderden, ateş eden piyonlara, onları koruyanlara uzanan koskoca bir suç örgütü varken, hepimizin vatansever olmadığını söylemek durumundayız.

Artık çoğu zaman bir toplumsal anormallik, ahlaki düşkünlük vb sayılan, özetle “kötülük” dediğimiz davranışlar bütünü Türkiye’de siyasileşmiştir. Tecavüzcü, tacizci, hayvan tekmeleyen, kadın öldüren ve benzerlerinin siyasi tercihlerini açığa çıkartmak için saha araştırması yapmak gerekmiyor. Bunları dinci ideolojileriyle, güvenlik ve yargı kurumlarıyla hep birlikte koruyup kolluyorlar, yüceltiyorlar. Gerici bir siyasetçinin aynı zamanda bir tacizci olması rastlantı değil. Demek ki, söz konusu olan, halkın öfkesine hedef olan yalnızca kibir değil. Son günü seçim yapılan Mart ayı boyunca 27 kadın öldürülmüş ülkemizde. Günde bir kişi aşağı yukarı! Kibir bu tablonun tuzu biberi…

Devri sabık, ne kadar da negatif bir söz, öyle değil mi? Peki eski devrin yöneticileri çocuklarımıza tecavüz etmişlerse, her gün kadın katledilen bir cehennem yaratmışlarsa ve işçilerin yaşam hakkı sıradan bir maliyet kalemine indirgenmişse… adalet talep edilmese de, olur mu? Bu hesabın takipçisi olmayan bir toplum bir daha yüz yüze bakamayacak, çürümeye devam edecektir. Birilerinin hakkının gasp edilmesinin karşıtı intikam da değil, devri sabık yaratmak da… Ama gaspın sıradanlaştığı kokuşmuşluğun yerini “hoşgörü” alamaz. Öyle bir hoşgörü suçluların korunması ve suçun farklı biçimlerde sürdürülmesi anlamına gelecektir. Kokuşmanın çaresi yalnızca adalet olabilir.

Bugün büyükşehirlerin yönetimini sandıkta hak eden muhalefetin suçlularla kurduğu empatiyi reddediyoruz. 31 Mart seçimlerinin halkta uyandırdığı adalet umuduyla ise kardeşçe, kol kola giriyoruz. Evet, iyiliği, eşitliği, özgürlüğü yeniden kazanmak mümkündür. Umutla başlanır, örgütlenerek devam edilir.