Elimize ne geçti?

Bundan bir yıl önce, sol içinde, AKP’nin düzenini kaçınılmazlık olarak hissedenler vardı. Türkiye’nin bu karanlık hücreye sığmayacağını söylemek, sadece keşke soldaki bu unsurlara afaki gelseydi. Geniş kitlelerde de “böyle gelmiş böyle gider” ağır basıyordu.

Otuz yıl kadar önce, yediği naneleri yadırgayanlara “alışırsınız” diyen bir siyasetçi vardı. Özal’a “alışamadık” diye mektup gönderen bir genç çıkmış, “helal olsun”la “deli mi ne” arası tepkiler almıştı. Ama “ben de alışamadım” diye kalabalıkların kafayı dikleştirmesine vesile olmamıştı doğrudan doğruya. Oysa sonra, Bahar eylemleri gelecekti...

Bir yıl önce, bu rejim tutmaz diye ısrar edenler de, doğrudan benzeri bir patlamanın kıvılcımı olmadılar. Ama kısa süre sonra Gezi benzersiz bir halk hareketi olarak büyüyecekti.

Ne o mektup, ne “Tayyip tutturamaz” diye tutturanların inadının sonucu olmadı sonraki gelişmeler. Abartmamak gerek.

Ama tersini hiç yapmayalım. Hiçbir şey yok olmaz hiçbir şey yoktan var olmaz.

Toplumun öfkesine bir damla katacaksanız, o damlanın neleri tetikleyeceğini önceden hesap edemezsiniz. Etmemelisiniz de.

Dünkü 1 Mayıs da öyledir.

1 Mayıs’larda halkın vicdanı harekete geçer. Yerine ve dönemine göre yoksulluğa, haksızlığa, işbirlikçiliğe, savaşa veya başka bir güncel soruna karşı insanlar alanlara dökülür. Neye varır, “hayatta ne işime yarayacak” soruları geçersizdir. Bu hesap kitap, vicdanın mantığına, tanımına terstir.

Bugün ülkemizin, hepsi AKP’de düğümlenen bin bir sorunundan bir teki bile 1 Mayıs’ta insanlığın harekete geçmesi için yeterli gerekçe. Hepsi aynı noktada düğümlendiğine göre, 1 Mayıs’ı “AKP’ye karşı” diye özetlemek de mümkün. Hükümetten şu veya bu vesileyle hayırlı bir iş bekleyenler ve bu nedenle hayırhah bir tutumu tercih edenler, kendilerini saklamak zorunda kalırlar. Çünkü hükümetin ne olduğu açık seçik meydandadır 1 Mayıs’ta.

Dün, özellikle İstanbul’daki tablo, AKP’nin vicdan karşısında duyduğu olağanüstü korkuyu yansıtıyor. “Taksim’e giderlerse Gezi’den çıkmazlardı” diye somutlanan endişe, ne yalan söyleyeyim, haksız sayılmaz. Neden çıksın ki halk? Yarım kalmış bir işimiz var orada!

1 Mayıs’a katılanlar farklı gerekçelere sahip olabilirler. Ama Taksim’e gidilebilseydi, halkın kolektif aklına yarım kalan işi tamamlamak mutlaka gelirdi. Sonuç korku ve terör.

2014 Taksim hedefinin anlamı buydu. Erdoğan’ın inadını orta yerinden kıran bir halkın, “hükümete demokrasi dersi verdik, haklı taleplerimizi dile getirdik, barış sürecine zorladık” diye konuşacağını düşünen var mı?

İstanbul’u “kapatmak”, Köprüyü bir tatil günü sabahın 7.30’unda trafiğe bile isteye boğmak, yeni gaz solüsyonlarını acımasızca denemek, halka karşı savaş manevraları planlamak... Bunları yapanlar kuşkusuz deli. Ama bu kolektif deliliğin arkasında bir rasyonalite var:

Ancak böyle iktidarda duruyorlar.

İktidarda böyle de durulabilir. Bazı eklerle: Açık faşizm ilan edersiniz mesela. İdam sehpaları kurarsınız 12 Eylül’deki gibi. Sendikaları, partileri kapatırsınız. Sınıflara, anfilere üniformalı asker, polis sokarsınız... Cop üstünde iktidar olacaksanız, bunları da yapmalısınız.

Türkiye’de bütün bunlar im-kan-sız-dır!

Dün sadece İstanbul’da değil, sayısız kentte, bunca baskıya, tehdide karşı harekete geçen o hesapsız vicdandı. 1 Mayıs 2014’e koşanlar, koşarken “neye yarayacak” sorusunu kurcalamamışlardır çok fazla. Ekledikleri damlaların neyi, nereye taşıracağını görmek için biraz zaman da gerekir elbette. Bana sorarsanız, benim öngörüm 1 Mayıs’tan yakın geleceğe devrolan “bu böyle gitmez” mesajıdır derim. Dün attığımız sloganlar, yuttuğumuz gazlar, yediğimiz coplar Türkiye’ye “AKP yola böyle devam edemez” biçiminde geri dönecek.