Eleştirmek mi aklamak mı? Anti-kravatizm ve başka şeyler…

Başkanlık sistemini kanıksamayalım. Ama sistemin somutlandığı karar ve uygulamaların bugün şaşkınlık yaratmasını da kanıksamayalım. Ortada bir sürpriz mi var?

Bakın, Orhan Aydın “yaşasın tiyatro” dediği için kapısına polis dayanmasına şaşırmadı. Asıl bunlar sanattan korkmazlarsa şaşarız!

Tepki elbette gösterilecek. Elbette totaliter şeriatçı faşizmin inşasına, her örnekte itiraz edelim. Ama itiraz başka, “nereden çıktı bu yahu” şaşkınlığı başka. Kimse kimseyi kandırmıyor. “Reis ve adamlarının” geçmişte yaptıkları bugün yapmakta olduklarının bütün bilgisini içeriyor. Şifresini değil, bilgisini diyorum.

Bu girişe neden ihtiyaç duyduğumu aşağıda serbest çağrışımlarla anlatmaya çalışacağım.

***

İlk önce; öyle her muhalif muhalif değildir. Bakınız: İlhan Kesici. Demirel’in eski adamı CHP’nin vitrinindedir ve en ufak bir tereddüt göstermeksizin başkanlık sisteminin vitrininde de aksesuar rolünü benimsemiştir.

Kesici yalnız değildir. Partisinin Meclis başkan adayı Erdoğan Toprak da aynı kafadandır.

“Canım, buna bir anlam yükleme, nasılsa seçilemezdi” demeyin… Anlamı ben değil Kılıçdaroğlu yüklemiş. Ben adını koyuyorum. Bu sistemin Meclisine CHP’nin gösterdiği başkan adayı, sistemi benimsediği aşikâr olan bir isim. Rastlantı olabilir mi?

Rastlantı mıdır, önceki gün Meclis başkanlığı oylaması sırasında çekilen fotoğraflar? Devlette adına artık Cumhuriyet denemeyecek kadar sert bir merkezileşme hayata geçirilirken muhalefet namına ne yapıldığı önemsiz midir? Yoksa tercihler söz konusu değişime ilişkin manalı şifreler olarak yorumlanmalı mıdır?

***

Bilim olaylar arasında anlamlı bağlantılar olduğunu varsayar. Kravat takmayı hiç sevmeyen biri olarak benim kravat takıntım bundandır. Meclise giderken ne giydiğinizden daha önemli şeyler var hayatta.

Eski anti-kravatistlerden Ufuk Uras’ın twitter’da küfür kuşanıp bana saldırması rastlantı değildir örneğin. Neler demedi ki! 68’in 50. yılında kravatlı devrime hayır’dı. Meclisteki devrimciler bürokratik solculuğu eleştiriyordu. Ben Meclis içtüzüğünü savunuyor ve Avrupa Parlamentosu kadar olamıyordum…

Ben Uras’ın kravat mücadelesinin türbancılığın kod adı olduğunu söyledim. Karşılığında neandertal oldum! Ne bu saldırı rastlantıdır ne de benim söylediğim kanıtsızdır.

2007’de Meclise ufuk getirme sözü veren Uras bu konudaki “büyük” eylemlerini Mart 2010’da bir komisyon toplantısına kravatsız gelerek ve Nisan 2011’de kürsüde kravatını çıkartarak yaptı. (Ağabeyleri, ablaları; bilmeyen gençlere anlatın o devrim günlerini!)

Uras, bu tür mücadele geleneğini 2011 Meclisinde Sırrı Süreyya Önder’e devretti. Önder, Uras’ın devrimci birikiminin üstüne, Ekim ayında erkeklerin kravat takmama ve kadınların başörtüsü takma özgürlükleri için önergeyi verdi!

Bunlar 68 devrimcisi değil cumhuriyet düşmanıdır. Denizler ve 6. Filoyla sembolünü bulmuş 68’in adını anmak için, Cumhuriyet düşmanlarının arınacakları pınar henüz icat edilmedi.

Bugün Meclisteki “devrimcilerin” Ufuk tarafından savunulmaktan mutlu olduklarını hiç zannetmem! Artık solda “Ufuk Beyi meclise sokalım” değil “yeni Uras vakası istemiyoruz” çağındayız. Kimse emekli bir likidatörle birlikte anılmak istemeyecektir.

Eskiden likidatörler örgüt içinden çıkardı. (Örnek Nabi Yağcı olsun, kolay anlaşılsın… Nabi Bey anılarını yazmış, duydunuz mu?)

12 Eylül ve Gorbaçov sonrasında örgüt düşmanlığı o kadar yükseldi ki, likidatörü örgütten türetmeye gerek kalmadı. Örgütü Sinan Çetin filmlerinden öğrenen, teoriyi yeni solun en pespaye ürünlerinden kapan, sivil toplumculuğu solculuk sandıktan sonra tarikatları Doğu tipi STK ilan eden, tarihsel derinliği Kemal Tahir’den öteye gittiğinde Abdülhamit’in opera severliğine takılan bir üniversiteli cahildir Ufuk Uras. Bir tasfiyecilik parlamasında “Kürt barışının” Türk simgelerinden biri olmak üzere milletvekili yapıldı. Henüz koşullar olgunlaşmamıştı. O da işçi sınıfının, emperyalizmin boş laf olduğunu anlatıp Avrupa Birliği’ne övgü düzdü, bir ekran gülü olarak popüler zamanlar yaşadı.

Uras’ın ne olduğu değil, bunların Aydınlanma, modernleşme, ilerleme, cumhuriyet nefretleri önemlidir.

***

Ne alakası var diyeceksiniz; ama CHP’li Tanal’ın bu sıralar otoparkta arasında biten otların yangın riskine işaret etmesi bir tür cumhuriyet düşmanlığını ele verir. Bugün “kurumlar çiftlik olmuş” demek için ot resmi çekenin Başkanlıktan şikâyet ettiğine beni kimse inandıramaz. 

İktidarı ottan eleştirmek sömürüyü, hırsızlığı, zorbalığı, başkanlığı aklamaktır.

Osmanlıca okumak için de Osmanlıca öğrenilmelidir. Osmanlıca öğrenmek yerine Osmanlıca okuyamamaktan şikâyet eden bir üniversitelinin niyeti Osmanlıcılıktır. Yine Ufuk, yine Uras.

Yahu arkadaş, emekli maaşı yetmiyor da ek iş mi yapıyorsun ki, Osmanlıcanı geliştirmeye zaman kalmıyor?

***

Biz Cumhuriyete sahip çıkıyoruz. Cumhuriyeti otsuz otoparka, kravata ve Arap alfabesi öğretmemeye indirgemek, konuyu yanlış anlamak değildir. İstediğini giy, öğrenebildiğin her şeyi öğren, otları ne yaparsan yap!

Biz Aydınlanmacıyız, özgürlüğe ve bilgiye tutkunuz.

Cumhuriyet ve modernleşme, okuma yazma seferberliğidir, aşı kampanyasıdır, her köye elektriktir. Ve işgücü maliyetini azaltmak için kaldırıldığını yeni öğrendiğimiz “yol bekçiliği” mesleğidir!


Biz giden cumhuriyetin ardından öfke ve gözlerimiz dolu dolu bakar, sonra daha güçlüsünü kurmak için mücadeleye gireriz.

Bu video 24 Haziran sisteminin nasıl eleştirileceğine ilişkin son derece aydınlatıcıdır.

AKP’nin bakanlarının patronlardan seçilmesi rastlantı değildir. Ancak patronlar Aydınlanma düşmanlığı ile özel mülkün büyümesi arasında pürüzsüz bir bağlantı kurabilirler. Ancak bu postmodern yağmacılık, kâr ile yobazlığı kusursuz biçimde bütünleştirir. Kente, insana, sanata bunca düşmanlık ancak bu bileşimden türeyebilir… Türkiye okulsuzlar yönetimine, sermayeye öylesi uyduğu için geçmektedir. Bu egemenliği ancak imam yargıçlar, tarikatçı askerler güvence altına alabilir…

Bu bütünlüğün etrafından ot diye kravat diye dolanarak yapılan “Saray” eleştirisi, sömürü düzenini aklamaktan öteye geçmez.