Doğru mu duyuyorum?

Bu soruyu çok sordum son zamanlarda...

Hayli gençken kendimden yirmi yaş büyük bir eski solcuyla görüşürdüm. Bir eli araştırma dosyalarında bir eli piposunda, “solda iki tür insan var, derdi. Aptallar ve deliler.” Kendisini aptal saymıyordu elbette!

Ancak delilerin de aklı, tanım gereği, sık sık gidebildiği için, solculuğu bu kategorilere sıkıştırmamak durumundayız. Aklı başında, normal insanlar, o eski ağabeyin yalancısı sıfatıyla yukarıda yazdığım türlere göre daha az göze çarparlar. Ama kendimi de katarak söyleyeyim: buradayız!

Yazı bir kez yazıldığında artık “kamusal alan” sayılır. Kamusal alanda kimseyi ilgilendirmeyecek, bireylere değgin tartışmaları sürdürmek tuhaf olur ve etik de değildir. O halde solda giderek daha sık rastlanan ve “doğru mu duyuyorum” sorgulamasına vesile olan özel vakaları “soyutlamak” gerekecek...

Alın size bir soyutlama: 2013 direnişiyle AKP diktatörlüğünden kurtuluşu akşamdan sabaha bekler hale gelen solcu, ertesi yılı AKP'nin iki seçim zaferiyle tamamlarken dağıttı veya dağıldı.

Kimileri panik halinde, üstümüze yağması gayet muhtemel bombalara karşı CHP sığınaklarına çağırmaya başladı. Doğru mu duyuyorum diye sormuştum kendi kendime! Ne kastediyordu bu arkadaşlar? Onlara ne anlatabilirdik bu dağılmayı durdurmak için?

CHP'nin mücadele etmek için parmağını kaldırmadığını mı hatırlatacaktık? Yoksa bu partinin içinin AKP'yle mi Fethullah'la mı uzlaşmak gerektiğini tartışanlarla dolu olduğunu mu? Sığınak çağrısını çıkartanlar, bal gibi biliyorlardı bütün bunları. Dahası sosyal-demokrasinin bizim, işçi sınıfının haini olduğunun gayet iyi farkındaydılar; kemalizmin sınırlarının da...

Yani bu rasyonel bir durum değildi. Tartışmaya gelmiyordu.

Öte yandan benim o eski solcu ağabey de haklı çıkmış olmuyordu. Sığınakçılar aklı başında, zeki ve birikimli insanlardı. Hadi üçüncü bir kategoriyi de ben ekleyeyim, cahil de değillerdi...

Geçenlerde benim değiştirdiğim haliyle üç kategoriden birine girip girmeyeceği konusunda kararsız kaldığım biri, Kürt hareketine nasıl seslenmek gerektiğini anlatıyormuş: Marksistleri “ceplerinde” sayabilirlermiş. İhtiyaçları olursa “bizi” vitrine de koyabilirlermiş, diledikleri gibi. Ama marksistliğimize dokundurtmazmışız. HDP'yi marksistliğimizi koruyarak desteklermişiz biz.

“Üçü bir arada” diyesim geliyor, ama kamusal alanı ilgilendirmeyen bir kişisel tartışmaya girmeme sözü verdiğimi hatırlayıp susuyorum...

Birleşik Haziran Hareketi, seçimde bağımsız tavır almak diye bir formülasyon geliştirdiğinde, “peki o zaman, bağımsız bir biçimde HDP'yi destekleyelim” diyenler karşılarındakilerin mi aklıyla dalga geçiyorlardı, yoksa kendi sınırlarını mı sergilemiş oluyorlardı? “Uğraştım didindim, bu kadarını uydurabildim” gibisinden.

Yanıt: Hiçbiri.

Haziran direnişinin yükselen beklenti eşiği, 2014'ün AKP'nin hanesine yazılması üzerine solda bir siyasal dağılma yaratmıştı. Sorun buydu. Solcu kendisine güvenini kaybetmiş, yobazların yol kestiği vahşi bir ormanda yalnız kalma olasılığından dehşete kapılmıştı.

Komünist Parti'nin bağımsız tavırdan seçimde Haziran dışı bir aktörü desteklememeyi ve Haziran'ın değerlerini seçim platformuna taşımayı anlamasında anlaşılmaz bir şey var mı? Ama toplantı tarihini “CHP'nin ön seçimi var” diye değiştirmek isteyenler Komünist Parti'nin seçime katılmasını tartışmaya yeltenebiliyorlardı. Bunlar bir gün Gezi'yi bir parkta veya bir kampüste yeniden yaratabileceklerini zannediyor, sonra AKP'nin parlamentoda durdurulması için duaya çıkıyorlardı. Gerçekten dağıtmışlardı, anlayacağınız!

Dediğim gibi bu kişilerin akli veya ruhsal özelliklerini değerlendirmenin, bilgi düzeylerini sorgulamanın yeri burası olamaz. Burada 2013-2014 sonrası neden soldan kaçış başladığını sorgulayabiliriz yalnızca. Kulaklarımız doğru duyuyor hakikaten. Duyduğumuz solcuların soldan kaçarken çıkarttıkları gürültü!

İki çıkış gösteriyor tabelalar: CHP ile HDP! Sosyal-demokrasi, kemalizm, Kürt milliyetçiliği, sol-liberal kimlik siyaseti... Solculuğu bu kanallara itmeye ezelden beri kararlı olan unsurların seçime iki ay kala kendilerini daha güçlü hissettikleri görülüyor. Ama gerekçe bulmakta zorlandıkları da bir o kadar açık.

Tweet siyasetçileri “seçilebilir adaylara” oy vermek gerektiğini yazabiliyorlar örneğin. Bir önceki gönderiye seçimlerle kurtuluş elde edilemeyeceğini, sonrakindeyse parlamentonun çok önemli olduğunu kaydettiklerinde bütünlüklü analiz yaptıklarını sanabilirler. Özetle densizler!

Tweetçiler öyleydi de, en birikimli kalemler nasıl ki! Tarihten gir teoriden çık; doğru devrimci siyaset için tek kriter AKP'yi geriletecek olana oy vermek. Soldan kaçarken daha fazlası çıkmıyor...

Geçmiş olsun. Hayat boşluk tanımaz.

Sosyalizmin bağımsız sesi, işçi sınıfının temsilcisiz bırakılmaması...

Türkiye'de ille birileri çıkar ve gerçeği söyleme görevini üstlenir.

O eski solcu haksızdı. Bu ülkede ne insan tükenir, ne komünistler akıllarını gömerler.

Gerçekler söylenecek ve akılsızlık sisi dağılacak. Solda boşluk kalmayacak.