Direniş kültürü, seçim kültürü

Koca Haziran Direnişi, Temmuz’a taşan mücadele, sonra ünivesitelerde, stadyumlarda devam eden direniş...

Onca cenaze veren, ama vakarı elden bırakmayan, bir teki bile acıdan eğilip bükülmeyen analar babalar...

Kıvırtıp duran siyasetçiyi makaraya saran espri gücü, sahtekarlığın zerresini yutmayan uyanıklık, futbol taraftarı ile LGBT’ler arasında barikat kardeşliği üstünden kurulan dayanışma...

Sahi, bütün bunlar geride bıraktığımız seçimde nerelerdeydi?

Benim TKP’den aday olduğumu biliyorsunuz. Ama bu yazıyı “işte bizdeydi bütün bu değerler” demek, fırsat bu fırsat parti propagandası yapmak için yazmıyorum. Zaten, yukarıda saydıklarım ve daha nice saymadığım “değer”in bizim mütevazı oy havuzumuza sığması düşünülemez bile.

Büyük fotoğrafa bakalım.

Direnişin, kadraja girmediğini kabul etmek durumundayız.

Yoksa “proce”den göz gözü görmez olmuşken, bir çapulcu haykırışının yüksek perdeden duyulması gerekirdi: Hopp ne yaptığınızı sanıyorsunuz diye seslenmeliydi o ses.

Yalancılar giremez demeliydi gençlik.

Bıktık erkeklik taslamanızdan diye postayı koymalıydı kadınlar.

Bize iki sandalye ayırdınız diye duacınız mı olacaktık diye maske suratların karşısına dikilmeliydi eşcinseller.

Ve bütün bunlar benim elli küsur yıllık kalemimin kuruluğuyla değil Gezi parkının neşesiyle dillendirilmeliydi...

Bütün bunlar olmadı. Köprülü kavşak projelerinden, uyduruk iddialardan, inşallahlı maşallahlı propagandalardan oluşan seçim kültürü, direnişin içtenliğinin ve ilkeliliğinin üstünü örttü.

Öyle olunca 30 Mart akşamı AKP hırsızlığına karşı binlerce genç kadın ve erkek bilgisayarlarını kaptıkları gibi Ankara’da CHP Genel Merkezine koştular.

Verileri girecekler, karşılaştıracaklar, raporları hazırlayacaklardı... ki... Mansur Yavaş’ın oyları çalınmasın, Mansur bey en kısa zamanda en sağlam kanıtlarla sahtekarlığa karşı itiraz dilekçesini versin.

Bu insanlar direnişçiydi. Bu insanlar çapulcuydu. Bizim insanlarımız...

Eski bir ülkücü bile onların coşkusunu önleyemiyordu. Hırsızın karşısına dikilmeye, diktatöre geçit vermemeye yeminliydiler. Hatta yol, duvarında “faşizme karşı MHP’yle omuz omuza” yazan tuhaf bir tünelden geçiyor olsa bile!

Direnişin kültürü en fazla sandığa sahip çıkmaktan söz edilirken parladı. Sağın sağcı alternatifleri bu parlaklığı öldürüyordu.

CHP’liler “adaylarımız yeterli ölçüde sağcı değildi” diye düşünüyorlar mı, bilmem. Ama doğrusu tam tersidir. Sağcılık yapan diğer sağcıları yüreklendirir.

Sağın yüreklendiği yerde Haziran Direnişi sessizliğe gömülecektir.

Seçim platformunda üslup olarak Gezi’yi hatırlatan en yaygın seslenmenin “Bas geç” olmasına ne demeli?

Adayın ne olduğuna, ne yalan söylediğine, Haziran’da bize ne küfürler sallamış olabileceğine bakmayacaksın. “Yeter ki AKP gitsin” diyeceksin. Gözünü kapatıp vuracaksın mührü! Kendi içtenliğine, ilkelerine, boyun eğmeyen iradene, hepsine gözünü kapatacaksın ki... Bırakacaksın dayanışmanın güzelliğini, farklıların birbirine yaslı omuzlarından yükselen neşeyi... ve “sen ne diye seçime giriyorsun kardeşim” diye efeleneceksin, nerdeyse!

“Bas geç” direniş kültürüne değil, direnişin yozlaştırılmasına örnektir. Bir an önce unutulması gereken bir lümpenlik. AKP karşıtlığını sağa hapsetmek isteyenler seçimle birlikte mantar gibi bittiler ve yaptılar yapacaklarını. Ya da, yapamadılar bir türlü.

İyi de, buna nasıl izin verildi?

Yoksa halka güzelleme düzmek eksik bir iş mi? “Siyaseti karıştırmayın, mesele birkaç ağaç” diyenler yanlış bir yolu açmış olabilir mi?

Örgütlü halkı hiçbir kuvvetin yenemeyeceği iddiası, tersinden, örgütsüz halkın kurda kuşa yem olması ihtimaline karşı uyarı olsun diye söylenmiş olabilir mi?