Direne direne... mi?

Sol elbette direniştir. Ancak sol sadece direnmek değildir. 

Solun başka şeylerin yanı sıra, bir de direniş anlamına geldiği de doğru tanımlama olmaz.

Direnmek sol siyasetin bir unsuru olacaksa, sol siyasetin temel doğrultusunun belirleyiciliği altında olmalıdır. 

Solcuların beyinlerinin ve yüreklerinin sömürü ve baskıya direnenlerin yanında olması ise başka bir şeydir. Bu tür direnişlerin kendiliklerinden sol siyasetin doğrultusuyla uyumlu olmaları beklenemez. Hatta çoğunlukla uyumsuz kalırlar.

Solcu buna takılmaz. Solcu diye, yüreğini direnenlerin yanına koyana denir. 

Ancak solcunun beynini direnişin yanına koyması da yeterli bir tanım olmayacaktır. Sol, solun aklının direnişe yön vermesini hedefler. 

*    *    *

Tartışmalı şeyler söylediğimin farkındayım. Solculuğun direnmekle özdeş sayılmasında nasıl bir sakınca olduğu, bugün bir çırpıda algılanamayabilir. O halde alın size bir örnek: 

1970’lerde Türkiye solu faşist saldırganlığa, devlet terörüne karşı direndi. Solcular da tüm direnenlerin yanında, direnişin içinde oldu. Ancak faşist saldırganlık ve devlet terörü kendisini “saldırmak” ile özdeşleştirmedi. Onların bir stratejisi vardı. Bunun ne olduğunu 12 Eylül darbesiyle gördük. 12 Eylül’ün ekonomik programı vardı, açık ve örtük bir ittifaklar sistemine oturuyordu, uluslararası bağlamı çok güçlüydü, ideolojik planda ne yapacaklarını çok iyi biliyorlardı.

Peki ya direnenlerin bir stratejisi var mıydı? 

1970’li yıllarda sol yeterince cesur ve kavgacı olmadığı için değil, cesaretini ve kavgasını bir iktidar stratejisinin organik unsuru haline getiremediği için zaafa düşmüştür. Direnenlere, örneğin işçilere, yoksul köylülere, kadınlara, Alevilere, Kürtlere yüreğini teslim etti sol. Ama kendiliğinden direnişi bir sol akılla biçimlendiremedi.

Boşluk durmaz. Solun sosyalizm stratejisi yoksa, sosyal demokrasinin sosyalizmi önleme stratejisi ağır basar. 12 Eylül faşizminin ittifak sistemi içinde bu da vardır.

*    *    *

“Direne direne kazanacağız” sloganı saldırıya maruz kalanlara direnç duygusu aşılamaya yarayabilir. Bu sloganın işlevi ve anlamı da budur. Daha fazlası değil. 

Yoksa direnişler üst üste eklenince sol kazanmayacaktır. Yalnızca direnişler sol bir siyasal perspektifin içinde yapılandırılabilirse ortaya kalıcı kazanımlar ve kazanımların en büyüğü olarak devrim çıkabilir. 

Bir slogandan bilimsel tutarlılık ve doğruluk beklemek haksızlık olur. Dolayısıyla slogan kalsın ve işini görsün. Ama asıl sol siyaset işini görsün.

*    *    *

Peki Türkiye’de 2018 itibariyle toplumsal direnç dinamikleri de körelme emaresi gösteriyorsa, biraz cesaret vermek, ön açmak da işe yaramaz mı? İsterseniz eski dönemlerin tabiriyle öncü savaşı kavramına başvuralım… Teşbihte hata olmaz derler; yolda bir tıkanıklık var, anahtar kilitte dönmüyor. Sol siyaset öncülüğünü icra edecek ve kuvvetli bir omuz darbesiyle oynatacak dengeleri yerinden. Sonra bunu gören halk…

Bu yaklaşım bir slogan değil teoridir ve bu sefer mazeret yok; baştan sona yanlıştır. Türkiye’de İslamcı faşizmle yıldızı asla barışmayacak toplumsal kanallardan birer muhalefet dinamiği gürül gürül akmıyor, bunca sorun ve acıyla orantısız biçimde atalet hüküm sürüyorsa, çözümün öncünün öne atılmasından çıkacağını zannetmek en azından saflık olur.

Öne atılan çıkarsa, solcu dediğin, direnenler sözcüğünü kullanarak söylediğim gibi yüreğini atar o mücadeleye. Ama keşke sorun öne atıldığımızda çözülecek kadar basit olsaydı diye de geçirir aklından…

Kapıyı menteşelerinden oynatmak bir ihtimaldir kuşkusuz. Bu gerçekleştiğinde kitleler “vay be, demek olabiliyormuş” da diyebilirler. Ancak Türkiye’nin sorunu, hele veya en azından 2013’ten beri, bir şeylerin değişebileceği fikrinin yitirilmesi değildir ki. Türkiye’nin sorunu, ne yapılacağı sorusuna verilen ağırlıklı yanıtların ısrarla düzenin değişmezliğini esas almasıdır. AKP şikayetçilerine ve mağdurlarına sistematik biçimde AKP’nin kurduğu yapının ancak düzeltilebileceği söylenmektedir: AKP demokrasiye çekilebilir. AKP emperyalizmden kopartılabilir. AKP seçimle yenilgiye uğratılabilir. AKP ile de birlikte yaşanabilir…

Sorunumuz AKP ile herhangi bir temel sorunun kesinlikle çözülemeyeceğini, AKP’nin emperyalizme karşı duramayacağını, seçimle yenilgiye uğramayacağını, ilericiliğin herhangi bir değerinin, kazanımının AKP ile uyuşturulamayacağını temel alan bir çizginin güçlenmemesidir. Çözüm daha fazla cesarette değil, düzeni değiştirmeye yönelik siyasal ve toplumsal örgütlenmelerin büyütülmesindedir. 

Sol akıl bu demektir. AKP’nin 2018 Türkiye’si, sol aklın olmadığı direnç örneklerinin duvara dayandıklarını resmetmektedir. Bu koşullarda öncü savaşını güncellemeye kalkan solculuk pratikleri gerileyip gerileyip duvara omuz atmaya benzeyecektir. 

Bu başlı başına başka bir sorundur. Seçim günü geldiğinde yine umutları sandığa gömeceği kesin olan, aklı bu kadar olan solun omuzu değil, asıl çıkış arayan emekçi halk hırpalanmaktadır çünkü. Her omuz darbesinin sonucunda çaresizlik duygusu daha da yayılıyor. 

Bu yazıya son söz: Direne direne değil örgütlene örgütlene kazanacağız. Ve bu örgütlenme düzeni değiştirme hedefini bütün direnişlere aşılayacak.