Dili Değiştirmek

Türkiye'de, genel gidişatı kontrol altında tutan, sürecin aklını temsil eden ve direksiyona belirleyici ölçüde sözü geçen bir merkezin kalmadığının altını zaten çiziyoruz. Kuşkusuz ortada bir dümen var ve gücü yeten, eli değen bu dümeni sağa sola çekiştiriyor. Ancak memleketin gidişi, sert ve bilinmeyen sularda sürüklenen hantal bir tekneninkine benziyor. Bu ırmakta dönüşü olmayan çağlayanlar, kısa süreli limanlar ve mayınlar var. Ve hangisinin ne zaman karşımıza çıkacağı konusunda, Türkiye egemen güçlerinin, bu konumlarıyla bağdaşmayan bir bilgisizlikleri... Nedeni belli. İnisiyatif ekonomiden Kürt sorununa, sanattan dış politikaya emperyalizme geçmiştir.

Elbette toplumsal-siyasal süreçlerin laboratuarı ve kumanda merkezi olmaz. Bir ülkenin rotası sayısız kuvvetin bileşkesi olarak şekillenir. Ama kural olarak bunların başında egemen güçler gelmelidir.

Dünyada bağımlı ülkeler için genel eğilim, bu kuralı eskitmiş bulunuyor. Ağırlık ve inisiyatif uluslararası düzeyde tekelleşiyor.

Böylesi bir ortamda toplu iktidarsızlığa hayal dünyalarının eşlik etmesi kaçınılmaz olur. Kolay anlaşılsın, Ergenekon adı takılan toplamın göbeğinde olduğu anlaşılan organizasyon böyle bir ihtirasa denk düşmektedir. Bunlar, bir yandan gücün tekelleşmesine diğer yandan etraftaki iktidarsızlaşmaya bakmış ve "bunu biz de yaparız" cüretine kapılmışlardır. Yanlış anlaşılmasın, bu durum bir kendini bilmezlik değildir. AKP'nin, Genelkurmayın veya yüksek yargının, yani hatırı sayılır iktidar odaklarımızın ellerindeki olanakların ve ayaklarının altındaki zeminin çekilip alınması artık çocuk oyuncağı olmuştur. Memleketin en yetkili sayılan ve afra tafrasından geçilmeyen bir kurumunun ipinin çekilip, çıkar çetesi, hain vs.ye dönüştürülmesi kolaylaşmıştır.

Şimdi direksiyona kendince itki veren egemenlerin çapı bu kadardır. Yaptıkları denemeler büyük güç odaklarının yönelimleriyle örtüşünce mutlu olurlar daha doğrusu emperyalistler kime çiçek gönderirse o kendini bir şey sanır. Bu koşullarda Türkiye burjuvazisinin de yerli egemen güçlerden bıkıp doğrudan emperyalizme yaslanması mantıklı değil midir?

İşte "Kürt sorununda dilimizi değiştirmeliyiz" aforizması bu ortamda ortaya çıkmıştır. Bir kez daha...

Yanlış denmesi mümkün müdür? Elbette değil.

Ama asıl soru, "doğru denmesi mümkün mü" olmalıdır!

Kürt sorununda bugünkü verili ortam bir akıl kilitlenmesine denk düşüyor. Öcalan'a uzlaşma projesi taşıyanların (bir bölümü için hiç de yalan olmayan) faşist, darbeci, ırkçı, çete suçlamalarıyla hapse atıldığı, başka zaman olsa Kürt yükselişi sayılacak eylemlerin öyle bir psikoloji yaratmaktan uzak kaldığı, dün siyasal çözüm diyenlerin şimdi milli savunma diye tutturduğu ve tersinin pek mümkün olduğu, otuz yılın en reformisti sanılan AKP'nin faşist çıktığı, Kürt siyasetçilerinin büyük çoğunluğunun içinden çıktığı CHP'nin bu başlıkta daha da battığı bir ortamda, dili ister çözülsün ister düğümlensin, düzen güçleri yeni ve tutarlı bir şey söyleyemeyecek, saçmalayıp duracaktır.

Böyle bir değişim neyi çözer?
Haberlerinde (de) egemen güçler arasındaki ideolojik savaşları yansıtan medyanın yazdığını kazımak gerektiği doğrudur. Karakol baskınına -her ikisi ciddi olasılık olmak üzere- devletin düpedüz göz mü yumduğunu yoksa nutkunun mu tutulduğunu ayırt etmek kolay olmayabilir. Düzenin içinden yükselen dış güçler söyleminde kimin kimi suçladığı ise hiç berraklık kazanmayacaktır... Ancak dökülen kandan çıkan sesin ne olduğu bellidir.

Kanın üstüne "proje" namına profesyonel ordu, ABD'yle daha sıkı işbirliği ve baskı önlemleri anında bina edilmiştir. Memlekette parti kapatmaların geride kalacağını, istikrar ve uzlaşma güneşini müjdeleyen 2008 yazının bir Amerikan felaketi olduğunu söylemiştik. İşte buyurun...

Dili değiştirmek gerektiği doğrudur. Ama "gençler ölmesin"den "profesyoneller daha iyi savaşır"ın, "askeri yöntemler çözmez"den "ABD'yle uyumu derinleştirelim"in çıkartılmasını kimse değişim diye yutturmaya kalkmamalıdır.