Devrim desek mi demesek mi?

Aydemir Güler’in “Devrim desek mi demesek mi?” başlıklı yazısı 14 Ocak 2013 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Evet yine “Arap Baharı”!

Kimilerine göre, olup bitenin arkasında dış güçler aranamaz, olayların emperyalistlerin kontrolü altına girdiği bile söylenemezdi. Söyleyen sekterdi ve kitabiydi. Halka güvenmiyorduk. Mazlum halkların, Üçüncü Dünyanın gücünü, devrimci potansiyelini görmezden geliyorduk. Halktan öğrenmeyi öğrenmeliydik!

Aslında biz topu topu demiştik ki, bir dizi ülkede yaşanan altüst oluşlardan hayırlı bir şey çıkması zordu. Emperyalizm çok güçlüydü ve on yıllardır bu ülkelerin bir kısmında son derece yerleşik bir kuvvetti. Mısır’da, Tunus’ta... Ayrıca halkı daha iyi bir yaşama yakınlaştıracak ilerici, solcu, halkçı hareketler cılızdı. İktidar adayı değillerdi.

Sadece bizim söylediklerimize bakarsam “topu topu” diyebilirim iç rahatlığıyla. Ama söylediklerimizi ortalıkta dolaşan fikirlerle yan yana getirirsem bu tevazudan vazgeçerim.

Çünkü kimileri kitapları kapatmayı savunuyorlardı. En tuhafları Libya’da tetik çekenlerin İslamcı çeteler olduğunu ayırt edemeden, silahlı çatışma başladığında “devrim radikalleşiyor” diye tutturdular.

Oysa bizim ünlü sloganımız yerinde ve son derece ince ayarlıdır: Örgütlü bir halkı hiç bir kuvvet yenemez! Sloganı tersinden okursak, örgütsüz halk, Türkçedeki deyimle kuru kalabalıktır ve yenilgiye mahkumdur!

Halkı küçümsemeyelim ve komplo teorilerine itibar etmeyelim... İyi de, güç dengelerini somut olarak analiz etmek ve bu analizden hareketle kimi öngörülerde bulunmak ne zamandan beri komplo teorisi? Ne zamandan beri kitle kuyrukçuluğu veya halk dalkavukluğu, devrimcilik sayılıyor?

Açıkçası Tunus ve Mısır gibi erken örneklerden sonra ortada kuyruğuna takılacak kitle, dalkavukluk edecek halk da kalmadı. Libya ve Suriye emperyalizmin alçakça saldırılarına sahne olan ülkeler.

Tunus ve Mısır günlerinde, yaşananın devrim mi olduğu, bu devrimin sahiplerinden çalınıp çalınmadığı samimi biçimde tartışılabilirdi. Libya ve Suriye örneklerinde tartışılamaz. Muhalefetin ilerici, devrimci, demokratik karakter taşıyabileceğini düşünmek için delirmiş olmak gerek.

Geçmişte olanları bugünden geriye doğru giderek tam olarak açıklayamayız. Yani “iş buraya vardıysa, en başında da durum böyleydi” diyemeyiz. Ama bugünkü nokta dünü anlamak için hiç mi fikir vermez?

Varılan noktanın bir yüzü emperyalist destekli gerici terör. Diğer yüzünde ise Esad, muhalefetin cinayet şebekesi olmayan unsurlarını siyasal sisteme katmayı önermiş, bu doğrultuda yüksek sayıda tutuklu muhalif serbest bırakılmıştır.

Hal böyleyken, “bir ara” devrim diyenlerin takkeyi önlerine koymaları beklenir. Dürüstlük daha önceki devrim analizlerini düzeltmeyi gerektirir.

Lakin geçenlerde kitabı yayınlanan Mete Çubukçu’nun yaptığı bu sınıfa girmez!

Çubukçu “Yıkılsın Bu Düzen!” başlıklı kitabında “Ortadoğu’da bir devrim yaşanıyor” (sayfa 39) diye yazdıktan sonra kitap hakkında yapılan bir söyleşide şöyle demektedir: Suriye’de “Başlangıçta demokratik ve haklı talepler söz konusuydu. Rejimin buna çok sert cevap vermesi sürecin barışçıl geçmesini engelledi. Buna karşın muhalifler de çok çabuk silahlara sarıldı. Burada ne rejimi savunmak mümkün ne de muhalifleri. Buna devrim demiyorum.” (http://www.birgun.net/research_index.php?news_code=1357636242&year=2013&...)

Ben de pes diyorum, başka bir şey diyemiyorum.