Değişti Artık

Siyasal, toplumsal veya ideolojik akışta belirli bir kırılma anının tek tek insanların değil, ama bir topluluğun kolektif aklı tarafından algılanmasında “gecikme” doğaldır. Bir önceki atmosfer alışkanlık yaratır ve birey olarak değil bir topluluk olarak “siz” yeni gelişmeleri eski formata yerleştirme eğilimi gösterirsiniz.

Konumuz yargının AKP ile imtihanıdır. Çıkış noktamız ise tabii yine Anayasa Mahkemesi'nin son kararları...

Birey-topluluk ayrımı şu açıdan önemli: Kolektif düşüncenin eski formatı aşması önceleri bireysel çıkışlar üstünden gerçekleşecektir. Ayrıksı duranın genele yaygınlaşması zaman alır. Yaklaşımın değişmesine öncülük edenlerin başlangıçta ayrıksı ve marjinal kalmaları da kuraldır. Öte yandan bu eksik kavrayıştan yarar sağlayanlar, dolayısıyla eski düşünce biçiminin egemenliğini sürdürmesini arzulayan güçler de olabilir.
Soyut sözlere son vereyip sadede geleyim.

AKP'lilerin kapalı kapılar ardında kararını alkışladıkları Anayasa Mahkemesi'ne kapıya çıkıp küfrü basmaları üstünde durulmalıdır. AKP, kendisiyle Anayasa Mahkemesi arasında derin bir uzlaşmazlık olduğu yolundaki görüşün korunmasından yana. Bu doğrultuda Anayasa değişiklikleri mahkemenin gündemine götürüldüğü aşamada abartılı veya cesur çıkışlar da yaptı AKP. Erdoğan, hakkında karar alma yetkisini elinde tutan ve bu yetkiyi ha bugün ha yarın kullanacak olan bir kuruma hakaret etmekten hiç geri durmadı. Hakarete uğrayan ve şiddetli bir kavganın karşı kutbu olduğu yolunda izlenim verilen Anayasa Mahkemesi de kendi payına, bu izlenimi yıkmamayı gözetmekten başka şey yapmadı. Yani diğer taraf da karşıtlık görüntüsünün sürmesinden yana!

Bu örtüyü kaldırıp atmak durumundayız. AKP ile Anayasa Mahkemesi'nin bu kaba piyesini “yememeliyiz.” Kapatma davasında davalı partinin suçlu olduğuna hükmedip cezalandırılmasına gerek görmemek şeklinde muazzam bir hukuk tecavüzünde bulunan bu kurumun, yaşadığımız süreçteki işlevi aydınlığa kavuşturulmalıdır.

Türkiye bir kırılma anı yaşamakta veya uzun bir kavşağı dönmektedir. Çok şey değişti ve aklımızın artık gözlerden uzakta kalan, kavşak öncesi düzlüğe takılı kalması kabul edilemez. Bu noktayla uğraşmak gerekiyor.

Çok sayıda bireyden oluşan bir organa belli bir tutumu atfetmek komploculuk gibi algılanabilir. Benim kast ettiğim, Anayasa Mahkemesi'nin bütün üyelerinin türdeş hale geldikleri ve önlerindeki dosyanın ötesinde ve dışında bir politik iş gördükleri değil. Yalnızca sonuç olarak ortaya çıkan sentezin anlamına bakıyorum. Sentez AKP'nin Anayasayı değiştirmesini aklarken, kamuoyuna aklamıyor görüntüsü vermektedir. Buraya kadar yazdıklarım komplo teorisi alanına girmez ve yeterlidir. Ancak bilinmelidir ki, siyaset ne ölçüde aktif mücadele halindeki sınıf kitlelerince değil de, görece hareketsiz bir toplumsal zeminin üstünde yükselen siyasal odaklarca icra ediliyorsa, o ölçüde manipülasyona elverişli hale gelir. Dolayısıyla bugün Türkiye'de güçlü siyasal odaklar, tutumlarını kendilerince açık ve yüksek sesle dile getirmek, çağrıda bulunmak vb yerine toplum mühendisliği oynama eğilimindedir.

Yani benimki komplo teorisi değil ama burjuva siyaseti komplocu!

Neden böyle yapıyorlar peki? Türkiye'de ne değişti, ve burjuva siyaseti hangi değişimi gözlerden saklamak istiyor?

Türkiye'de hem bir kopuş hem bir süreklilik yaşıyoruz. 21. yüzyıl Türkiye kapitalizminin 20. yüzyıl mirasını reddetmesi bir kopuş olmakla birlikte, dünü öyle olanın bugün bu hale gelmesi kaçınılmazdır. Reddi miras gökten düşmemiş, AKP kabul yıllarının çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Tabii bu kadar değil. Kopuş da var. Buradan sarsıntı çıkar, kriz çıkar...

Ama örnek olsun, Büyük Ortadoğu Projesine karşı Avrasya seçeneği çıkmaz. Dinci sermayeye karşı ulusal sermaye çıkmaz. İşgalci profesyonel bir ordunun organizasyonuna karşı halk ordusu çıkmaz. Dinci-tarikatçı faşizme karşı halk islamını ve cemaatleri kapsayan yeni bir demokrasi de çıkmaz...

Başından beri bunu diyoruz. Başından beri burjuva siyasetinin ortaya attığı seçenekler arasında seçim yapmayı reddediyoruz. Başından beri objektif açıdan tek gerçekçi ve sübjektif açıdan bizim tek inanabileceğimiz seçeneğin sosyalizm olduğunu dile getiriyoruz.

Kapitalizm bizim ülkemizde tarihin reddini, ülkenin çöküşünü, değer tahribatını, halkın güruhlaştırılmasını üretiyor. Bunun karşısında sosyalizm var. Miras kavgasını bir yere bağlayacak, çöküşü engelleyip, değerleri yeniden tanımlayacak olan işçi sınıfının sosyalist hareketinden başkası değildir.

Siyaset de bu değil midir? Misyonları başkasına devredenler, başka güçlerden beklentiye girenler, bırakın devrimciliği, siyasette kendilerine alan bulamazlar!

Demek ki, Türkiye'yi gerici çözülüşe sürükleyen güçlerle bu sürüklenişe muhalefet ettiği varsayılan diğerleri arasındaki çelişki bir yerden sonra ciddiye alınmamalıdır. Bu çelişki gerçektir, gerçek olmasına. Ama buradan bir şey çıkmaz. Buradan ne alternatif, ne direnç, ne de hukukun temel mantığına uygun, akılcı bir karar çıkar.

Sözünü ettiğim sadece Anayasa Mahkemesi değildir. Yargının bütününe de, CHP'ye de, dirilmeye can atan TSK'cılığa da aynı kestirmecilikle yaklaşmakta bir sakınca kalmamıştır.

Türkiye'de büyük, radikal mücadele mi arıyorsunuz? O halde sola bakacaksınız. Tabii önce sol, kendine bu inançla, bu misyon kavrayışıyla, bu özgüvenle, bu devrimcilikle bakacak.