CHP neyin ilacı?

AKP iktidarının karşısına 2007'de asker veya AsParti'nin bir fraksiyonu çıktı ve yenildi. 2009'da CHP'nin arttırdığı oyların havası da kısa sürede dağıldı. Elde kalan düzen içi temel muhalefet odağı yargıdır ancak Yargı Partisi bir espri olmanın ötesine geçemez. Yapısı gereği yargının siyasal parti davranışı göstermesinde sınırlar, bugün yargının AKP'ye karşı “siyasallaşmama”yı savunma gereği vardı ve bu “kısıtlar” AKP totalitarizmi karşısında yenilgiye mahkum olmak anlamına geliyordu.

Bu tekleşme geçici faşizm uygulamaları dışında Türkiye'nin sınıfsal yapısına ve egemen sınıf iç yapısına uymuyor bu bir. İkincisi de, yine içerdeki tekleşme emperyalizmin Türkiye politikalarına uyumsuz dinamiklerin harekete geçmesine neden oluyor.

İkinci boyutun güncel bir karşılığı için soL portal okuru Kemal'in (Okuyan) “Erdoğan'ı Kim Kurtaracak?” başlıklı “Baykuş Bakışı”na göz atmalıdır.
Ben de ilk boyuttan devam edeyim...

Seldi, depremdi, kazaydı... eskiden bu tür olaylar karşısında devlet “önlem alacağız” derdi her şey kontrolümüzde, araştıracağız, tazmin edeceğiz, sahip çıkacağız... Bu sözlerin her zaman boş çıkması başkadır, bir toplumsal değeri ve yaklaşımı ifade ettikleri için söylenmek zorunda olmaları başka. Devlet böyle konuşurken, mağdurlar dahil olmak üzere halk kitlelerini saran popüler ideoloji kadere sığınır, “başa gelen çekilir” der, en fazla devlet büyüklerinden yardım bekler, sus payı kabilinden uzatılan yardım eline de “allah vatana millete zeval vermesin” diyerek uzanırdı.

Günceldir ve AKP totalitarizminin bilinçli olarak, doğrudan liderlik eliyle, üstelik giderek kendiliğinden, doğal bir refleks olarak, işin devlet cephesini nasıl da değiştirdiğine tanık olduk. Devlet işsizi kovuyor, yoksula hakaret ediyor, göçük altında veya askerde ölenlere “normaldir” diyor... Yerine konan ikiliyi, birey ile tanrıyı şimdilik geçelim.

Değindiğim göstermelik söylemle halkın boyun eğme refleksi birbirini bütünler. İlkini kaldırdığınızda ikincisi de değişecektir.

Ve değişiyor. Şimdi, üstlerinde solun etkisinin bariz biçimde hissedildiği veya aklı başında sözler etmeye çalıştıklarında ister istemez solcuya benzeyen/sola kayan bir uzmanlar ekolü var. Bu eğitimli aydın insanlar, felaketin kader olmadığını anlatıyorlar ve bu söylem AKP'li devletin bıraktığı derin boşluğa ışığı tutuyor. Halk ise teselli bile edilmeyen acısını, öfkeli ama kapsamı ve şiddeti hem sınırlı hem geçici bir tepkiye taşıyor.

Bu bir denge noktası değil. Böyle bir tablo, denge noktasına ancak AKP totalitarizminin mantıksal sonuçlarına vararak faşizme dönüşmesi ile kavuşur. Ancak süreç henüz Türkiye'de faşist bir diktatörlüğü güncel hale getirmiş değildir ve şiddeti sınırlı ve geçici de olsa bir dizi kesimde dışa vurulan tepkilerin etkisiz olduğu sanılmamalıdır.

Dolayısıyla AKP'nin önünde süresi ve içeriği belirsiz bir dönem duruyor. Uzmanların, ya da somut örnekten ülke geneline çıkmayı denersek, Türkiye aydınının devletten kopabileceği, halkçılaşabileceği bir dönem! Halkın tepkisinin kapsam ve şiddet yükseltebileceği bir dönem!

Zonguldak katliamının çağrıştırdığı örnekten tamamen çıkalım. Krizi, işsizliği düşünelim. AKP'nin operasyonlarının ağır yaralı hale getirdiği toplumsal gruplara ve kurumlara bakalım. Alevilere, işçi sınıfına, Kürt halkına... Faşizmi kurumsallaştırması güncellik kazanamayan AKP totalitarizmi Türkiye'nin patlamaya hazır dinamiklerle dolmasına neden olmaktadır. Bu tablo düzenin bütünlüğü ve selameti açısından risklidir.

Türkiye AKP'nin daralttığı toplumsal ve siyasal devinim alanına sığmayacağını gösterdi. Solcu Alevi aydınlarının cesaretinin arkasında bu nesnellik olduğunu düşünebiliriz. Bunca operasyona rağmen Kürt dinamiğinin sağcı, dinci, milliyetçi, aşiretçi veya emperyalizm yanlısı eksenlere sabitlendiğini, halkçı karakterini büsbütün yitirdiğini kim iddia edebilir? İşçi sınıfı yardım derneklerine hapsedilemiyor, 1 Mayıs fotoğrafından taşıyor. İşçi sınıfını badem veya ucu sarkık bıyıklı, çarşaflı-türbanlı bir tasvire sığdıracağını sananlar yanıldı. Türk-İş'i AKP'lileştirirseniz, sendikal hareket bölünme ve yeniden yapılanma eşiğine gelir...

Nehrin karşı kıyısında da benzer bir sorun var. Doğan medya CHP kongre sürecinin en önemli düzenleyici gücü olarak ortaya çıkıyorsa, bu TÜSİAD'ın da AKP modeline sığmamasıyla ilintili. Kriz sermaye için yeniden paylaşım anlamına geliyor ise, yeniden paylaşımın alenen sermaye fraksiyonları içinde taraf olan bir hükümet tarafından yürütülmesi, diğer kesimleri en azından alternatif arayışına iter.

Özetle Kılıçdaroğlu dalgası gerçektir. Yukarıdaki analiz AKP tekleşmesinin bir kriz dinamiği haline geldiğini anlatmaya çalışıyor. Ekonomik kriz ortamında buradan çeşit çeşit musibet çıkma olasılığı CHP'ye alan açtı. Baykal tıpası yerinden oynatılınca, gerisi geldi.

Düzenin yeni CHP'den ilk beklentisi bu tekleşmeyi gidermek, AKP'nin alternatifini ortaya koymak olacak. Kılıçdaroğlu kapitalizmin karşı karşıya kaldığı güncel potansiyel tehlikelerin ilacıdır. 30 yıldır alabildiğine sağa çekilmiş, son sekiz yılda ise sağcılığın iyiden iyiye gemi azıya aldığı bir toprakta bu ilaç mecburen sola bulaşır.

Bu kadarının bile solu etkilemesi üzücü! Sol, devrimciliği Dersimli Kemal'e sökmeyenlerle dolu.

Ancak yeni CHP'nin hangi vadede solu ne kadar gerileteceğine dair hesap yapmaya başlayanlar acele etmesin. CHP'nin solu asimile mi edeceği, yoksa sosyal devleti yeniden kurmaktan faşizme geçit vermemeye kadar attığı sloganlarla gerçek bir solculuğu başına dert mi alacağı tartışmalıdır. Sahi, bugün sendika bürokrasisinin pijama giyme ve Tekel işçisinin sınıfına örnek olma günü. Ellerini açmış yakaran Kemal beyin bu denklemde herhangi bir yeri var mı?