“Cesur Tayyip” mi?

Siyasette bireyin rolü asla hafife alınamayacak kadar geniştir. Siyaset zaten herhangi bir yapının yansısı olarak görülmemeli, belirli nedensel çerçeveler içinde sonuç kararların belirlendiği düzlem olarak anlaşılmalıdır. Siyaset tarihsel, maddi kısıtlara karşı özgürleştirir.

Kimi siyasetçilerin koşullara uygun davrandıkları için başarılı sayılmış olmaları bu denklemi değiştirmiyor. Koşullara uygun davranmak bu örneklerde tembel bir konformizm yerine, değişim dinamiklerine direnen kararlı, tutkulu, şiddetli bir tutuculuk ve gericilik anlamına da gelebilir.

AKP'nin kendi açısından başarılı olduğu açık. Tayyip Erdoğan burjuva siyasetinin Demirel-Ecevit-Erbakan-Türkeş kuşağından sonra, kalıcılığı yakaladığı söylenebilecek biricik lideri. Özal sadece erken öldüğü için değil, dört ana ismini saydığım kuşaktan olduğu için de böyle bir nitelik taşımadı. Sonranın iddialı ve daha genç yöneticilerinden ise siyasal lider diye söz etmek mümkün olamıyor. O bir aranış ve modaydı. Çiller'le, Yılmaz'la o kadar oldu...

AKP'nin gelmiş geçmiş en büyük desteğe sahip hareketin başında olduğu da doğrudur. Siyasal yapının ters yüz edilmekte olduğu bir dönemin öncülüğünü yaptığı da... Asker Partisi onun döneminde yenilgiye uğramış, kemalizm köşeye sıkıştırılmış, tarikatlar meşruluk kazanmış, devlet yönetiminin imamlara geçmesinde aşama kaydedilmiştir. Hatta Türkiye sermaye sınıfının yapısıyla oynanmakta, tarikat sermayesi geleneksel büyük sermaye tahakkümüne sığmaz hale gelmektedir.

Ancak bütün bunları Tayyip Erdoğan'ın büyük lider olduğuna, cesur kişiliğine yormakta acele edilmemelidir. Cesaret sözcüğü bütünüyle olumlu bir özellik olarak kullanılır. Akrabası olan cürette ise küstah ve düşüncesiz bir anlam devreye girer.

Her mücadele, kaybedenin başarısızlığı ve kazananın başarısını birlikte içerecektir zorunlu olarak. Ama ağırlığın birinciye mi ikinciye mi verileceği arasında da fark vardır.

Ben kuşkuluyum. Gericiliğe karşı mücadeleyi üniversite kapısında ikna odalarına, TSK'dan her yıl birkaç tarikatçıyı ayıklamaya endekslemiş, aydınlanma, bilim ve halk düşmanlığında ise dincilerle yarışan bir tarafın kaybetmesi, diğer tarafın büyük zaferi midir?

Yeni-Osmanlıcılık önemli bir dönemeç. Kuruluş döneminde Osmanlıya çizik atan Türkiye Cumhuriyeti'nin bugün azılı Osmanlı hayranları ve cumhuriyet düşmanlarınca yönetilmesini kimse hafife almamalı. Üstelik bu dönemeç, ülkenin, toplumun ve devletin basbayağı çözülme emareleri gösterdiği bir ortamın ardından konsolidasyon sağlamak üzere alınmıştır. İyi de, Türkiye kapitalizminin, aynı adı taşıyan parti ve gazeteden başlayarak ciddiye alınır bir cumhuriyetçi kolu var mıdır?

Velhasıl AKP'nin ve Erdoğan'ın damga vurdukları dönüşümün başarısının mı, yoksa dönüştürdükleri yapının kofluğunun mu altının çizilmesi gerektiği tartışmalıdır.

Başlığımız ve konumuz ise cesaret...

Dinci gerici partilerin “aynen solun eskiden yaptığı gibi” militanca çalıştıkları, halkı bıkmadan usanmadan örgütledikleri anlatılır durur. Biçimsel benzerlikler dışında bunun bir efsane olduğunu çok yerde söyledim ve yazdım. Cebinden para taşarak yapılan, sermayenin, devletin desteğinin eksik olmadığı, risksiz bir militanlık! Sırtı sürekli sıvazlanıp güvence verilenlerin cesareti! Oh ne âlâ!

Bana kalırsa, Erdoğan'ın “cesareti” tırnak içinden çıkartılmamalıdır. Bu açıdan başbakan, şapkasını alıp gitme, şair duyarlılığı kisvesi altında kaçma gibi geleneklerden bir kopuşu temsil etmemektedir.

Örnek olsun, bu aralar yeni-Osmanlıcılığın sınırlarımızın ötesinden getirdiği seslere her hafta bir yenisi ekleniyor. AKP'nin üstünde sörf yaptığı bu dalgayı Obama'ya borçlu olduğu ise çok açıktır. Yeni ABD yönetimi Türkiye hakkında bir dizi ülkeye, “benimle iyi mi geçinmek istiyorsunuz, sizi hırpalayacağım endişesi uykularınızı mı kaçırıyor, o halde gidin Ankara'nın kapısını çalın, bu işlere Tayyip bakıyor” demektedir. Şimdi, bunu arkasına alanların “cesaretine” hayran kalmanın manası var mıdır!

Hayranlığa asla mahal olmadığı Kürt açılımında da karşımıza çıkmış bulunuyor. İçişleri bakanının ve polis binalarının gölgesini tercih eden Erdoğan'ın, daha önce reform trenine bineceğini ilân eden iktidarsız muhalefetten de, on yıldır hapiste tutulan Öcalan'dan da çok korktuğu anlaşılıyor. Erdoğan ortaya çıkmak için arkasında yeterince destekçinin ve güvencenin birikmesini bekliyor. Güvenceli kahramanlık bizim burjuva siyasetine özgüdür.