Bu kavga bitmez

Türkiye tarihi “büyük projeler” mezarlığıdır. Projeleri hep iflas ettiğinden olsa gerek, Türkiye burjuvazisi de en pis mezarlıkta bile işleri yürütecek bir siyaset becerisi geliştirmiştir.

Çok paspal, ultra gerici, tamamen uyduruk olmakla birlikte AKP’nin projesi de büyüktü, tarihseldi ve cesurdu. Artık bir mezarlıktayız ve bu mezarlık görülmemiş kirlilikte. Belli bir nitelik çağrıştıran beceri teriminin yerini yüzsüzlük, riyakarlık, zalimlik almış, özetle işler insanlığın ürettiği her tür çirkinliği kutsayan bir nevi siyaset becerisine kalmış bulunuyor.

O kadar paspal ki, bu son projenin adını bile koyamıyoruz. “İkinci cumhuriyet” diyoruz, ama bu belirli bir hukuksallık ve kurumsallık anlamını barındırıyor. Bunlarsa nasıl bir anayasa yapacaklarını, hukuk düzeni bağlamında neyi savunacaklarını bilmiyorlar. Çünkü ihtiyaçları güncel çıkarların ve dengelerin kıskacında durmaksızın değişiyor. Güncelliğe bu denli faydacı biçimde angaje olunca kök kalmıyor, hepsi yüzeyde geziniyor. Mecburen o berbat özellikleri daha da sivriliyor... Numarasından geçtim, böyle cumhuriyet mi olur?

Yeni-Osmanlı, Osmanlıya dönüş demek geliyor akla, ayıp olacak diye yutkunuyorsunuz. O tarihte, büyük geleneklerin sentezleştiği bir yapı, Anadolu ve Balkanların kültürel mirası vardı. Bu cahiller topluluğuna ne iş verirlerdi acaba, sarayın kapısını çalsalar? Sonra o torun, o yazık kadın geliyor gözünüzün önüne… Adını koyamıyorsunuz.

İslamcı faşizm adlandırması, Birinci Cumhuriyeti yıkan ikincisi gibi, cumhuriyeti reddeden yeni Osmanlı gibi birçok özelliği çağrıştırıyor. Ama Türkiye’de baskı rejiminin, faşizm demeyi zorlaştıracak biçimde bir ayağının topal kaldığı açıkça görülüyor. İktidar toplumsal ve siyasal bir dinginlik halini delice arzu etmesine rağmen, olmuyor da olmuyor. Türkiye toplumu, üstelik örgütlenme pratikleri açısından bakınca basbayağı başarısız durumdaki halkımız -ajitasyon olsun diye söylemiyorum- boyun eğmiyor. Bu kadar örgütsüzlüğe karşılık, bu kadar direngenlik İslamcı faşistlerin İslamcı bir faşizmi de kuramadıklarını gösterir.

Neyse, sonuç olarak AKP’nin projesi iflas etmiş bulunuyor. Geri dönüş, yeniden doğuş, konjonktür dalgalanmaları… iflastan sonra bunlar da pekâlâ yaşanabilir teorik olarak. Olasılığın pratik geçerlilik kazanması için ise bir yol haritasının seçilebilmesi lazım. Şimdilik elde avuçta ne varsa Katarlılara satıp düze çıkma çabasından başka bir şey görülmüyor!

Bir ittifak rotasının şekillenmesi lazım. Onun yerine kaotik bir kavga yükseliyor. AKP saflarında patlak vermekte olan kavga ne Gül-Erdoğan gerilimine, ne Davutoğlu’na işten el çektirilmesine, ne cemaat-parti çatlağına ve patlağına benzeyecek. Kimin kime vurduğunu kendileri de bilemeyecekler. Biz uzaktan baktığımızda “yandaş medya” deyip içinden çıkıyor olabiliriz, ama belli ki oradaki taraflar birbirlerini düşman bellemiş bulunuyorlar. Ve sahnenin “düşmanımın düşmanı” türünden dolayımlarla bile sadeleşmesi mümkün olmayacak. İttifak önerileri havada uçuşmaya bu kaos nedeniyle devam edecektir. AKP cephesinde derin ve karmaşık bir kavga sürerken yandan, içerden dışardan, sağdan soldan yakınlaşma ve uzaklaşmalar doğal olarak birbirini izleyecektir.

Kesin olan bir şey var ki, referandum akşamı ilan edilen 2019 takvimi AKP’nin şu anda dile getirebildiği en iddialı tezdir. Daha doğrusu fazla iddialıdır. Türkiye bu şekilde 2019’u çıkaramaz, kimse altı ay sonrası için bile plan yapamaz. Bu kavga bitmez.

Bu kriz sol siyaset için sabit veridir. Huzur vaat eden, bedelin hafif olmasını dileyen, kısa yoldan köşe dönmeyi çağrıştıran her şey yalan ve yanlıştır. Sol önce toplumun örgütsüzlüğü ile direngenliği arasındaki açıyı kapatmaya bakmalıdır.