‘Bu barış sürecinde’

Aydemir Güler'in “'Bu barış sürecinde' başlıklı yazısı 15 Nisan 2013 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Dicle Üniversitesi Rektörü’ne “Hizbullah toplantısı provokasyon olmadı mı” diye soruluyor, Hoca demokratik ortamdan söz ediyor.

Herhalde biz başka yerde yaşıyoruz. Gaza boğulan bizim üniversiteler değil, hapse doldurulan bizim öğrenciler değil. Hepsi hayal. Veya bu cehennemin ortasında Diyarbakır bir vahaymış da, bizim haberimiz yokmuş.

Rektör Hanım “bu barış sürecinde” diyordu. Ona soru yönelten TV sunucusu da “bu barış sürecinde provokasyon olmadı mı” diye kurmuştu cümlesini. Birbirlerini takdir ederek ve barışa yapılan vurguyu beğenerek kapattılar sohbeti.

Bu arada biz bir tane daha argümanla kulaklarımızı kirletmiş olduk. Sunucu “herhalde böyle bir toplantı ilk kez olmuyor, şimdi neden olay çıktı peki” diyerek Hizbullah’ın çıkartma yapmasını sıradanlaştırdı. Oysa ilk kez oluyordu!

Rektör ise daha önce Hizbullahçıların ne kadar da demokratik davranışlar sergilediklerini örnekliyordu.
İhale, damarlarında kanı deli deli akan gençlere çıktı!

***
“Bu barış sürecinde” PKK’nin çekilme yönteminin tartışılması, bana şaka gibi gelmişti.

“Perşembenin gelişi” epeydir belliydi çünkü. Davutoğlu boşuna mı demişti “PYD karar versin, hangi safta olduğuna” diye?

Açlık grevlerinin sonu, Öcalan’ın otoritesini dört bir yana teyit ettikten sonra, aynı otoritenin “çözüm” için kullanılmasının yakın olduğunu düşünmüştük. Rüya gördüğümü sanmam.

Bir dizi kesim, AKP’nin ‘90’ların çözümsüzlük politikasına döndüğünü iddia ederken, durumun hiç de bu olmadığını, İkinci Cumhuriyet’te Kürt “barış”ının kanla döşenmesinin zorunlu olduğunu anlatmaya çalışmıştım...

Askeri çözüme döndüğü için AKP’ye lanet okuyanların “barış süreci” denir denmez Erdoğan’ı takdir etmelerini geçiyorum. Burada kast ettiğim, yeni sürecin piyangodan çıkmadığı. Herkes bekliyordu!

Böyleyse, çekilme tartışması oyalamacadır. PKK ciddi bir siyasi ve askeri güçse, süreci kestirmiş ve kimi önlemler almış olmalı. Yani çekilmenin önemli bölümü zaten halledilmiş olmalı...

Erdoğan’ın Suriyeli PKK’liler hakkında söylediklerini dinleyince yanlış düşünmediğimi gördüm. Buna göre Suriye’deki durumu değerlendiren bu ülkeden kökenliler oraya dönmüşlerdi. Davutoğlu’nun arzusuna zıt bir konum almak için gitmiş olsalardı, Erdoğan olayı nasıl naklederdi acaba?
Benim anladığım, Başbakan’ın bu bilgiyi vermesinin manası, PKK’nin çıkışının çok boyutlu bir olgu olduğudur. “Silahlı kişilerin geçip gitmesini asker seyir mi edecek” tartışması, bu silahlı kişilerin Suriye’de kazanmakta oldukları işlev düşünüldüğünde boşa düşüyordu.

Sonra Demirtaş, Öcalan’ın çekilme yöntemini teferruat, yani önemsiz saydığını söyledi.

“Bu barış sürecinde” silahlı mı silahsız mı, gündüz mü gece mi, oraya mı buraya mı konularına anahtar önem atfedene ancak TBMM’de rastlanır...

Kamuoyu bu kadar saf olmamalı.

***
Barış sürecinin en iyi çalışan yanı, hangi kanalı çevirsen bir akile rastlıyor olmamız.

İyi çalışan yanları arttırmak için olsa gerek, İrlanda barışının “mimarı” sayılan Jonathan Powell gelmiş memlekete.

Radikal’den Ezgi Başaran’a anlattığı maceralardan sıkı aksiyon filmi çıkar. Ama İrlanda “barışının” ardındaki esas nedeni orada bulamazsınız.
1990’lar bir paketti. Kapitalist sistem, kamu işletmelerinin özelleştirildiği, işsizliğin zıpladığı, emekliliğin zorlaştığı, sendikaların küçüldüğü, Sovyetler’in çözüldüğü bir dünyanın eskisine göre daha tercih edilir olduğuna herkesi ikna etmek için eski dönem kamburlarından kurtulmalıydı.

Powell, IRA yöneticileriyle aksiyon filmi çevirdi mi, bilmem. Ama derim ki, “bu barış sürecinde” İrlanda “barışı”nın yelkenlerinin Amerikan yeliyle dolduğunu unutmayın.

Orası Avrupa sonuçta akan “o” kanın durduğu doğrudur.

Avrupa’nın en az İrlanda kadar yoksul ve dertli topraklarıysa genişlemeye devam etti.

Bizde, sadece ikincinin olmasından korkarım!