Bizim de zaaflarımız var

Geçen, Tayyipçilikle Fethullahçılık tek bir bütün, tek bir varlıktır demiştim. Bu gerçeğin bakanlık değişimiyle kanıtlanması gerekmiyordu. Ama iyi oldu. Efkan Alâ’nın, bu işleri bırakmayacaksa, “istifası istenmiş eski bakan” olarak kalması mümkün değildir. Bu düzeyde bir kadro yaralı bırakılmaz. Daha önemlisi Alâ üzerinden yaralananın hesabı yok. Düzen cephesinin tamamı artık uykusuz. Olağanüstü durum onların da yaşam biçimi. Hep ürpererek bekleyecekler. Bugünkü rüzgarın yarın ne yöne dönüp kimi sürükleyeceğini bilemeyecekler.

Bu doğruysa, iktidarın güçlü olduğu tamamen asılsızdır. Türkiye ilericiliğinin bir zaafı budur. Çok güçlülermiş… Hadi canım!

Çok zalim oldukları, insanlıktan çıktıkları, gözlerinin döndüğü doğrudur. Ancak durulması asla mümkün olmayan bir dengesizlik üstünde dans ettikleri daha büyük bir doğrudur. Türkiye’yi karartan egemen güçler ve bu bloğun tek tek başı çeken figürleri, geleceksiz oldukları için akıl almaz işler yapmaktadırlar; yoksa güçlü olduklarından değil.

Örnek olsun, saray camisinde zikir böyle bir şey. Hangi büyük gazetenin, kime nasıl yaranacağını şaşırmış hangi yazarı överse övsün, bir tarikat güruhunun önce “demokrasi şöleni” diye meydanlarda, şimdi de cumhurbaşkanlığı yerleşkesinin içinde yaptıkları, gericiliğin güçlü olduğunu kanıtlamaz. O tuhaf ayin onları korkularından korumaya ancak dakikalar süresince yarar. Sonra, yarın başlarına ne geleceğini düşünüp terlediklerine emin olun.

Dolayısıyla bugünkü uygulamalara bakıp “başımıza bu da geldi” diye karalar bağlamak, hakikaten saçmadır. Şu bir buçuk ayda yaşananlar, Türkiye’de her şeyin olabilirliğini de göstermiyor mu? Ama “her şey”in! Rüzgarın büsbütün, yani bir tarikattan diğerine, o gerici bütünün bir kolundan diğerine değil, tam tersine dönmesi dahil.

Sonra; kaçıp kurtulmak isteyenler var. Memleketin yaşanmaz olduğu fikri, bireysel kurtuluş arayışı; küçük sahil kasabası yetmez, mümkünse kapağı daha uzaklara atma planları… “Bizim” bir diğer zaafımız da budur. “Çok güçlüler” yanılgısı gibi, çoğu zaman “çocukların geleceği” mazeretiyle süslenen paçayı kurtarma hayalleri de çöpe atılmalıdır. Kaçış, Türkiye ilericilerinin bir zaafı olmaktan çıkarılmalı, tasfiye edilmelidir.

Nereye gidecekmişiz? Kaçımız gitme imkanına sahip olabilir? 4 Eylül’de Kartal’a randevu veren büro çalışanlarının kaç tanıdıkları var, bireysel imkanlarıyla paçayı kurtaracak? Şu ara yol parasını denkleştirmeye bakan Ankaralı işçi, İzmirli öğrenci piyangoya mı talim etsin? Çok meraklı olan, durmasın gitsin ve arkasından kimse gözyaşı dökmesin.

Büyük ama çok büyük çoğunluğumuz, el çabukluğuyla iptal edilen kamudaki iş güvencesini geri kazanmak için mücadele etmek zorundayız. Bireysel emeklilik cebimize giren hırsız elidir ve biz bu eli kırmak zorundayız. Büyük sermayeye hizmet yarışında bunları yapanlar, emperyalizme yaranma yarışında da savaşı olağanlaştırıyorlar. Büyük çoğunluğumuzun kaderi savaşa karşı durmaktan geçiyor. Bu korkak yöneticilerin yeni bir Ohal kararnamesiyle işsizliği yüzde beş daha düşük ilan etmeyi veya doğum kontrolünü de aradan çıkarmayı düşündükleri anlaşılsa şaşırır mısınız? Özetle, gidecek yer yok.

Bu zaafları saflarımızdan atacağız ki, kendi gücümüzü, halkın gücünü görebilelim.

Bu zaafları sokmadığımız bir cephe açmaya ihtiyacımız var. Karşı tarafın gücünü değil, vuracağımız noktayı arayan gözlere ihtiyacımız var. Yaşadığı ülkeyi değiştirmeye karar veren, bunun mümkün olduğuna inanan bir saf kurmaya ihtiyacımız var. 4 Eylül’de bu yürüyüşü başlatmaya ihtiyacımız var.