Bir toplantıdan kalanlar

Geçtiğimiz hafta ÖDP'nin düzenlediği bir panele katıldım, TKP temsilcisi olarak. Konumuz solun dış politika anlayışıydı ve katılımcılar evsahibi parti ve bizim dışımızda CHP, BDP, EMEP ve HE idi.

Benim cahilliğime verin, ilk kez Galatasaray kulübünün bir genel kurulunda yaptığı konuşmanın videosuna internette rastlayarak tanımıştım Mehmet Karlı'yı. Videoyu tavsiye ederim... Beklediğim gibi parlak bir bilim insanı çıkan Mehmet, yine beklediğim gibi bende giderek uzayan bir listenin üyesiymiş :)

Listenin başına “CHP'nin, CHP'yi savunmayan sözcüleri” diye yazarsam, bu sevgili dostlarım umarım alınmazlar. Çünkü yaptıklarının önemli kısmı doğru ve onurludur.

Çünkü bilim insanları, vicdan sahipleri ve başka olumlu erdemli sıfatlarla andığımız herkes, siyasal olarak nerede dururlarsa dursunlar NATO'yu ve Türkiye'nin NATO üyeliğini reddetmelidirler. Hele konumuz dış politikaysa, hele bölgemiz dolu dizgin bir savaşa doğru gidiyorsa...

* * *

Üstelik bu bir değişim dinamiği bile olabilir. Türkiye tipi sosyal-demokrasi, politika, bilim ve vicdan kriterleri itibariyle içine sığdıramayacağı kimi unsurlar barındırmaktadır. Bu şişkinlik kısa yoldan “çelişki” denip bırakılmamalıdır.

Değişecek olan düzenin en korunaklı limanlarından biri olan kurucu parti değil. Bazen ne denli içi boş görünse de CHP her zaman sarsılmaz bir kurumdur. Ama bu kanalın ve başka kanalların solla etkileşime geçmesi verimli bir olanak olabilir pekala.

İlginçtir, bu, Türkiye'de sosyalizmin yıldızının çok da parlak olmadığı bir dönemde yaşanıyor. CHP tarihinde “solla etkileşim” periyotları az değildir. 12 Mart sonrasında kendini gösteren, Ecevit'in mavi dalgasıyla anılan ve 1970'li yıllara damga vuran örnekte, sosyalist ve devrimci sol iktidarsızlaştırılmıştır. DİSK, eski CHP milletvekili Baştürk'ün başkanlığının ötesinde sosyal-demokrasiye kaymıştır. Gençlik hareketi sosyalist iktidar perspektifinden uzaklaşarak politik umut niyetine CHP'cilik salgılar olmuştur. Geleneksel solun stratejisinde sosyal-demokrasi ittifakı merkeze oturmuştur...

Bugünse durum farklı. Türkiye siyasetinde, Birinci Cumhuriyet sonrası kartlar yeniden karılıyor ve gericileşmeye karşı biriken tepkiler kendilerine akacak politik mecra arıyorlar. Bu arayışta bir tarafta sol sanılan ana muhalefet partisinin, diğer tarafta sınıf esaslı bir solculuğun dışında kalan, hatta bunu reddeden Kürt hareketinin adres olmasında şaşacak bir şey yoktur.

İşçi sınıfı sosyalizmi bu adreslerde veya başka yerlerde birikmeye devam eden solculuğu kapsamayı ve dönüştürmeyi hedefler. Memlekette böyle bir iddianın örgütlü sahibi var olduğu içindir ki, “çelişki”ye birikim iyimserliğiyle bakabiliriz.

* * *

Ancak hal böyle diye bazı şeyler sineye çekilemez. Hatta tersine kapsamak ve dönüştürmek için sineye çekmemek gerekir.

Örneğin Suriye Devlet Başkanının soyadı Türkçede Esat'tır. Telaffuz tartışması yapılacaksa en fazla Esat-Esad-Asad-Asat dörtgeninde dolanabilirsiniz.

Ama her dil özel isimleri kendine benzeterek devralır. Nasıl Fransızları Nevyork veya K(ı)linton demekten alakoyamazsanız, biz de bir Arabın adı ile soyadının arasına el/al ekini koymayız genellikle. Biz “Esat” deriz. Derken de sondaki t bazen d ile karışıverir.

Esed ise sadece Türkçede değil, bütün dillerde yalandır!

Hadi, iddiamı incelteyim, özel isimleri dönüştürme işlemi yaparken, Arapçasıyla Beşar Al-Asad'ı “Esed” yapıveren bir Afrika veya Uzak Asya dili belki de vardır! Ama Türkçe'de olmaz.

Davutoğlu hakkında gensoru tartışılırken Meclis kürsüsünde sinirlendiğinde bir de bu tahrifatı yapamamış, Esat deyip geçmişti.

Bizimkilerin sıkıntısı başka. Esat sözcüğü Arapça “aslan” anlamına geliyor.

Erdoğan ve arkadaşları İslamın dilinde övülen bir ismin sahibine sabah akşam küfredememekte, belki çarpılmaktan korkmaktadırlar!

Ama “yalan da günah” demeyin. O zaten çoktan boyu aştı...

* * *

Telaffuz küçük şey midir?

Bir açıdan öyle. İyi de olay küçükse, “yahu bununla da uğraşılır mı” duygusu uyandırıyorsa, tahrifatı yapanlar küçülsün. Biz ise tongaya basmayalım, sakaletin ortağı olmayalım.

Elbette telaffuz görece küçük ve önemsiz bir sorundur. Asıl önemlisi Suriye'yi nasıl okuduğumuz. Aynı toplantıda ben, Suriye'de hukuki, siyasi, toplumsal ve diplomatik boyutların bütününü kapsayacak biçimde Baas'ın meşru iktidarı temsil ettiğini söyledim.

Bunu söylemeyen bugün muhalefeti tanıyan ABD ve müttefikleriyle aynı safta demektir.

* * *

ÖDP'nin toplantısından keyif almıştım. Zaten evsahibi partinin sözcüsü Hayri Kozanoğlu'yla başka türlüsü mümkün olabilir miydi?

Bunun ötesinde şimdi yazarken anladım ki, hayli verimli de olmuş benim için. Bu toplantıdan bir yazı daha çıkar haftaya.

Küçük ve önemsiz sayılmayacak iki üç başlık daha var değineceğim.