Bir terör teorisine doğru

Ana akım yorumcular ne kadar da saçma şeyler tartışıyorlar! Konu terör ve konunun malzemesi insan yaşamıysa, saçmalamak ölümden yana olmaktır…

Bizim “terör teorimiz” kuşkusuz güvenlik kriterleri, teknikler, istihbarat ilişkileri, organizasyon modelleriyle değil sınıflar mücadelesiyle ilgili olmalıdır. Sınıflar arasındaki mücadele siyasetin ta kendisi, yani özü çünkü.

Bir kere, terörün bağımsız bir olgu olarak algılanmasına buradan hareketle son vererek başlanmalıdır. Terör siyasetin devamıdır. Egemenlerin, mülk sahiplerinin siyaseti doğası gereği kirlidir ve terör siyaseti kirin zirvesi sayılabilir.

Emekçi sınıfların siyasetindeyse terör geçici olarak, basit bir alet olarak bile yer bulamaz, hatta bir kereliğine bile ödünç alınamaz. Etik bir ilke sayabilirsiniz bunu.

Lakin bugün terörün sahibi olan burjuva siyaseti, solu karalamak için terörist suçlamasını hoyratça kullanabilmektedir. Elbette sol siyasetin bu alana hiçbir zaman bulaşmadığını iddia edecek değilim. Ama etik ilkenin ötesinde iki sağlam not düşebilirim.

Birincisi, burjuvazinin sola dönük suçlaması çoğu zaman asılsızdır. Nazi işgalcilerine yönelik sabotaj eylemlerinin etik olmadığını iddia edenlerin alnını karışlarız. Vietnam’da Amerikan askerlerine kapılarını açmış barların hedef alınması savaşın meşru parçasıdır. Terör, basitçe savaşın sıradan insanlar üstünden sürdürülmesi, politik ve askeri mesajın doğrudan düşman yerine “insan” dolayımıyla verilmesidir. “Bizim tarihimizde” çoğu eylemler bu kategoriye girmez.

Azı için ise ikinci notu yazmalıyım: Terörün, yani dehşet yaratarak politik avantaj kazanma yolunun, bunu kullanan herkesin işine yarayabileceği düşüncesi yanlıştır. Solun işine yaramaz. Bu kulvara giren sol, siyasal ilişkileri domine etmekte kendinden daha güçlü aktörlerin oyuncağı olma riskini almış demektir. Bu alet nötr değil, burjuvadır. Terörün sol adına kullanıldığını sandığınız sırada neye hizmet ettiğiniz şaşmış olabilir. Büyük olasılıkla şaşar da…

Terör eyleminin sonuçları zaten kendiliğinden şekillenmez. Önce eylem gerçekleşir, sonra genel olarak siyasetin güçlüleri tarafından sonuçlar biçimlendirilir.

11 Eylül saldırısının doğrudan bir CIA komplosu mu olduğu, yoksa ABD’nin güvenlik açıklarının El Kaide tarafından yakalanmasına mı bağlanacağı tartışması, bir noktadan sonra değersizdir. Çünkü ABD saldırıyı emperyalist politikalarının gerekçelendirilmesi için başarıyla kullanmış, yani sonuçları biçimlendirmiştir. Önceden tasarlayıp tasarlamadığı araştırmacıların ilgi alanında yerini koruyabilir, ama belirleyici önemde değildir.

Benzer biçimde son dönem Türkiye örnekleri de çok katmanlı. Bir taraftan bunca bombanın patlaması siyasi iktidarın ehliyetsizliğini gösteren ve onu itibarsızlaştıran etkiler yaratır. Ama olay bundan ibaret değildir ve AKP siyasal konumlanışını ayaklarını patlamalara basarak yeniden tayin etmeyi öğrenmiştir.

Bomba hangi saikle patlatıldığından bağımsız olarak Kürt siyasetinin zayıf düşürülmesi için kullanılmaktadır. Bomba Türkiye’nin Ortadoğu stratejisine yön vermek, yeri geldiğinde iflas eden bir stratejinin yerine bir yenisini koymak için kullanılmaktadır. Örneğin havaalanı katliamı Suriye’den kontrollü çıkış politikasını hızlandırmakta işe yarar bir araç olarak değerlendirilmektedir. Veya, bir dönem hem ABD adına maceracı-tetikçi hem de ABD’nin tercih etmediği bir savaşın kışkırtıcısı olarak (Rusya ve Suriye karşıtı) politika geliştiren AKP şimdi zorunlu manevrayı yapmak için gereken enerjiyi bombalardan türetmektedir.

Yeri gelmişken, Atatürk havalimanı olayı kolaylıkla AKP’nin Rusya-İsrail çarkının cezası olarak okunabilir. Ancak bu en kolay akla gelen seçenek, asıl yarar sağlayan olarak ABD istikametini gösterse de, sonuçlar bu sadelikte olmayabilir. AKP manevrasının Putin uzlaşması ayağı, Ortadoğu’daki aşırı ısınmadan kendini uzaklaştırmak isteyen ABD’nin çıkarına da tümden aykırı sayılamaz. Suriye’deki ABD-Rusya “ittifakını”, AKP birinciyi karşısına almadan ikinciyle denge tutturmak için bir fırsata dönüştürmeyi deneyecektir. Erdoğan’ın bu sonuca ulaşması kolay olmaz, ama burada tartıştığım bu değil. Anlatmak istediğim, bombalar patlamakla kalmamakta, patladıktan sonra bir dizi özne aynı bombaları kullanarak siyaseti dizayn etme yarışına dalmaktadır…

Terörün failleri ise genellikle güvenlik açığı yakalayan dâhiler değildir. Çoğu örnekte olduğu gibi son olayda da “terörist düşman” iktidar mekanizmasının bir biçimde parçasıdır. IŞİD, AKP’de temsil olunan şeriatçı iktidar bloğunun içindedir. IŞİD Kürdistan’a operasyon düzenleyen özel timdedir. Onlarca kentte savaşçı devşiren tarikatların içindedir. Büyük sermayenin parçası olduğu kaçak petrol ticaretindedir. Tarihi  eser koleksiyoncularının banka hesaplarındadır. Bakanlıklardadır… Dolayısıyla terörü önlemek havaalanındaki polisiye önlemlerden geçmemektedir. Kuşkusuz -THY’yi ve Sabancı’nın Pegasus’unu zengin etmek için- delice şişirilen havayolu sektörünün, artık havalimanlarına giriş çıkışı denetlemeye zaman bırakmıyor olması da bir diğer gerçektir.

Konu çok söz kaldırır, ama köşe yazısının da sınırı olmak durumunda. Şimdilik son söz şu olsun: Madem ki terör sınıf mücadelesinde bir burjuva enstrümandır, bizim kanın karşısına dikeceğimiz baraj emekçi örgütlülüğü olmalıdır.