Bir strateji olarak kalleşlik

Daha önce de yazmaya çalıştım. Kürt hareketi geride bıraktığımız dönemde tarihi boyunca ulaştığı en yüksek ağırlık ve inisiyatif düzeyini kalıcı sanmakla hataya düşmüştür. BDP çevrelerinden veya seçim bloğundan duyulan ve yeni meclisi bir kurucu meclis olarak ilan eden yaklaşımı burada ve başka yerlerde eleştirdik. Bu eleştirilerimizi “siz Kürt sorununun çözümünü istemiyor musunuz” diye karşılayanlar ve kulaklarını tıkayanlar oldu. 2011'de Türkiye'de sorun çözecek, eskisinden çok daha iyi bir anayasa yapacak bir meclis kurulmasını beklemek, politik stratejisinin merkezine bu beklentiyi oturtmak, AKP'nin seçim başarısını pratikte Kürt sorununun çözümü için bir fırsat olarak görmek demekti oysa. Tek sözcükle yanlıştı.

Suriye ve Türkiye hükümetleri ortak kabine toplantısı yaptıklarında, sınırın kaldırılmasından söz edildiğinde kimileri “komşularla sıfır sorun” sloganına bir kez daha inandılar, gözleri yaşardı. Türkiye basınında AKP'nin herhangi bir komşusuyla barış ve kardeşlik esaslı bir ilişki kurabileceğini zanneden, bunu yazan ve “madem öyle, desteklerim” diyenler çıktı ilericilik adına, anti-emperyalizm adına, barış adına. Sanılıyordu ki, Türkiye ABD'nin veya genel olarak Batının Suriye'yi harcama eğilimine karşı komşu bir halkla dayanışmaya giriyor. Bunu çok tartışmadık belki, ama şaşırdık doğrusu, kurulan aleni tuzağın görülememesine. Saf beklentiler bir yana bırakılırsa, AKP'nin yaptığı, Suriye'de çoktan başlayan neo-liberal süreçlerin ekonomide, siyasette, uluslararası ilişkilerde nasıl derinleştirilmesi gerektiği konusunda Şam'a rehberlik hizmeti vermek ve icabında baskı yapmaktı. Sadece bizdeki kimi yorumcular değil, Şam da yanıldı.

Kıbrıs'ta birkaç ay öncesine kadar ilerici kamuoyu, hele Kıbrıs devletinin AB dönem başkanlığını devralacağı tarih yakınlaşırken, çözümün yani birleşmenin kapıda olduğuna inanmışlardı. Bunu da tartıştık. Onlarca yıllık işgal ve bölünme, tarihsel bir sömürgecilik ve emperyalizm sorununun Türkiye tarafında AKP oturduğu için çözüme çok yakın olduğunu söylemek, örneğin bu partinin 2011 seçim başarısının pratikte Kıbrıs halkının yararına, çözüm için bir fırsat olduğunu söylemek demekti. Dostlarımız “tamam AKP gerici gerici olmasına, ama Türkiye'yi de değiştiriyor” şeklinde, bu haliyle itiraz edilemeyecek bir çizgiye çekiliyorlar ve yanlışa devam ediyorlardı. Şimdi aylardır Güneyde AKEL'li devlet başkanı Hristofyas'ı düşürmeyi veya sıkıştırmayı amaçlayan kirli bir iç ve dış kampanya, gerginliğin arttırılması, gerginliğin AKP tarafından Doğu Akdeniz'e donanma indirmenin fırsatı olarak kullanılması, savaş tehditleri... bunlar var. AKP beklentileri yanlış çıktı.

Dostlar “konjonktür değişti” diyeceklerdir.

Doğrudur bir anlamda konjonktür değişmiştir. Ancak önceki konjonktürlerin politik içeriğinin bugünkünün tam zıttı olduğu sanılmamalıdır. AKP'nin yukardaki örneklerde bir ara salgıladığı uzlaşma sinyalleri, ayrı bir politik program ima etmiyordu. Bugün de Ankara uzlaşma programını red ve inkar etmekte değildir.

AKP uzlaşmayı karşı tarafın boyun eğmesinden sonra gerçekleşebilecek bir şey olarak kavramaktadır. Bir dönem inisiyatifi artanları mümkün olduğunca geri püskürttükten sonra, eskisinden daha iyi olmayan statüleri pazarlamayı bir tarz olarak benimsemiştir ve uygulamaktadır. Uzlaşma sinyalleri ilgili tarafların gardını düşürmek içindir. Kurucu Meclis umuduna kapılanları, seçim meydanlarında bu umutları yayanları Kürt halkının gardını düşürdükleri için eleştirmiştik. Ankara-Şam arasında emperyalizme karşı bir duvar örüldüğünü zannedenler yanılıyordu, çünkü o sıra Suriye rejimi direncini iyice yitirmekteydi. Kıbrıs'ta da benzer biçimde...

AKP'nin bu stratejisi yepyeni bir şey, yaratıcılık, cinlik de değil. “Bir strateji olarak kalleşlik” Türk icadı değil, sömürgecilik ve emperyalizm mirasıdır.

“Hatayı eleştirmeyen dost” isteyenler bize kızabilirler. Ama bu da bir başka hata olacaktır.