Bir Kıbrıs Değinisi

Sol portaldaki yaz düzensizliğine artık kesin bir son veriyorum!

Geçen hafta bir yurtdışı yolculuğu son aksaklığa neden oldu. Ayın 1'inde yayın hayatına giren Sol gazetesinde Pazartesi ve Cuma'ları yazacağım. Bu nedenle Sol portal yazıları da Çarşamba'ya yerleşecek.

Son aksaklık gerekçemin bari buraya da bir yararı olsun. Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs'ın Dünya Barış Konseyi üyesi üç barış örgütü üç yıldır olağan olarak toplanıyorlar. Midilli ve İstanbul'dan sonra 21-23 Eylül günlerinde Lefkoşa'daydık.

Kıbrıs değinisi demişsem, bugün AKP'yle uğraşmayacağız, zannetmeyin. Kıbrıs'ta son yıllarda sahnelenen ve 2013 başı itibariyle yeni bir perdesi açılacak oyunda AKP'nin kritik bir rolü vardı. Olay Erdoğan ve arkadaşlarını elbette aşıyor. Ama biz kolay anlaşılsın diye bu oyuna “Tayyip'in tuzağı” adını bile verebiliriz!

Neo veya sağ liberalizmin AKP ile kurduğu ittifak tarihseldi, sınıfsaldı. Kapitalizm, 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren, önce sosyalist sistem ve işçi sınıfını altetmek için, sonra da sosyalizmin gericiliği frenleyici etkisi ortadan kalktığı için kendini daha sağa, daha sağa kaydırdı. Bizde de...

Ancak biz haklı biçimde sol-liberal olarak değerlendirsek de, kendilerini samimi biçimde hayli sosyalist sayanların AKP ilişkileri yanılsamalı olmuştur.

El atılan sorun ister Kürt sorunu, ister işkence, ister sağlık sistemi, ister kayıt dışı çalışma olsun, AKP'nin eski rejimi tasfiyesi, geniş kesimler tarafından bir ilerleme olarak algılandı. “Yetmez ama evet” denebilirdi, zira hiçbir şey eskisi kadar kötü olamazdı, veya eski yapının sarsılması, her durumda birtakım olanaklar yaratacaktı.

Tuzak nerede mi?

İşler bu kesimlerin arzuladığı gibi düzelmediği durumda, AKP “haklı olarak” daha fazla destek talep edecekti. Desteği bulup gücünü arttırdığı zaman da, bu kadarının yetmediğini iddia edebilir ve daha fazlasını isteyebilirdi. Ama güçlenen AKP'nin durumu iyileştirmek, sorunları çözmek yerine gücünü daha da arttırmak ve kurduğu yeni rejimi “alın size ilerleme” diye yutturmaktan başka bir şey yapacağı da yoktu. Buna kızan liberal solcunun önünde son yıllarda gördüğü bütün rüyalardan uyanmak ile son kalan sermayesini bir kez daha AKP'ye yatırmak şeklinde iki seçenek oluyordu.

Kıbrıs'ta hem Kuzey'de hem Güney'de solun iktidara yürüdüğü bir dönem yaşadık. Kuzey'de 2005-2009 arası süren bu dönem, Güney'de 2008'de başladı. 2013 başında Kıbrıs Cumhuriyeti'nde devlet başkanlığı seçimi yapılacak. Belki de bu dönem kapanacak.

AKP'nin iktidarı sırasında Kıbrıs adasının yeniden birleşeceği beklentisi sürece damga vurmuşa benziyor. Adada görece daha soldan bakan ve sağcı bir partiden ümitli olmayı içlerine sindiremeyenler, “çözüm geliyor” müjdesini daha ziyade Türkiye'nin AB'ye girmesinin kaçınılmaz ve yakın olmasına bağlıyorlardı. “Evet AKP gericiydi, bir sermaye partisiydi... Ama yine de Türkiye'de gerçekleştirdiği büyük değişiklikler vardı, değil mi? Hem zaten AB'ye gireceğinize göre geri döndürülmez bir yoldu bu.”

Bugün karşımızdaki gerçekler başkadır. AKP çözümcü olmamış, ama AKP'yle ittifaka giren CTP sağcılaşmıştır. “AB'cilik sağcılıktır” anlamında da değil üstelik. CTP, AKP'nin işini zorlaştırmamak gerektiğine fazlasıyla inanıp geçmiş KKTC hükümetlerinin milliyetçilik düzeyinden geriye düşmemeyi gözetti iktidardayken. Sonuç sıfırdan daha kötü. Ortalama Kıbrıslı Türk, sağla sol arasında bir fark olmadığını söylemek için kanıt buldu! Bu solculuk türü kapitalist-emperyalist dünyada olası bir “çözüm”ü kolaylaştırmamıştır. Hatta emperyalizmin, Ankara'nın, Atina'nın solla el sıkışmaktan özenle kaçındığını, dolayısıyla pratikte sol bir hükümetin çözümü zorlaştırdığını bile söyleyebiliriz! Güney'e bakınca, AKEL'i yıpratmak için elinden geleni arına koymayan yerel ve uluslararası sağın başarısız olduğunu iddia edemiyorum doğrusu.

Kıbrıs sorununun AKP'yle çözüleceği inancı AKP'yi besledi. Semiren AKP çözüme değil kendi yapılanmasına güç aktardı. Herkes bu mekanizmaya uyandı mı, bilmiyorum. Ama AKP'nin neyi tahkim ettiği belli. Kıbrıs Ankara için diplomaside bir koz, ekonomide kumarhane sektörüdür. Hepsi bu!

Sol denince azı yetmiyor. “Olabildiği kadarıyla sol” ilerletmiyor. Herş şey, bize, “sol” denecekse büyük düşünmek gerektiğini anlatıyor.