Bir başka barikat tartışması

Hükümetin peş peşe iki kritik alanda duvara çarptığı görülüyor. AKP duvarı aşmaktan vazgeçmiş, yüzündeki morlukları güneş gözlüğüyle kapatmaya çalışıyor. İki kritik alandan biri Cumhuriyetin, diğeri Kürt haklarının savunulması.

Türkiye Anıtkabir önüne barikat kurulabilecek bir noktaya gelmemişti. Daha doğrusu bir mizah dergisinin kapağındaki gibi Anıtkabir'in üstüne AVM çıkılmamışsa henüz, o barikatı kaldırmaya mahkumsunuz demektir. Bu durumda, tablo, iktidarın memleketi biber gazına boğup kemalist muhalefeti provokatör ilan etmeye çalışmasından ibarettir.

Yutturulmak istenen tek uyduruk fotoğraf bu olsaydı, bir şansları olabilirdi belki. Üstelik bu cephe 10 Kasım'da yeniden açılacak.

İkinci cephede de mahkemelerdeki dil barikatı delindi. Bunu Öcalan düzenlemelerinin izlemesi, bana sorarsanız kaçınılmazdır. Türkiye'de hükümetin kararlı bir kitle muhalefeti karşısında inat etme şansı yok. Her şey bir yana, -bu arada Kılıçdaroğlu'nun toplumun Kürtçeye hazır olmadığı biçimindeki tezi de bir yana- Türkiye'de iktidar mekanizmasının bu başlıklarda direnme ve kendini yeniden üretme gücü kalmamıştır. Ancak AKP, gazın müsebbibi olarak Cumhuriyetçi muhalefeti gösterdiği gibi, cezaevlerindeki olası ölümlerin sorumluluğunu da Kürt siyasetine yıkmayı deneyecek.

Bu kapkara gözlükler meseleyi örtmez, çözmez. Çünkü en akılsız toplumun bile boğazından geçmeyecek kadar büyük lokmalardan oluşan uzun bir liste var ortada.

Suriye'de AKP'nin sorununun, Şam hükümeti, Baasçılık, İran veya Rusya'dan önce ABD olduğu açığa çıkmış bulunuyor. Suriye sorununun emperyalizmin hanesine yeni bir zafer olarak kaydolmayışının sorumlusu ABD'dir, demek istemiyorum. AKP'nin güncel ve acil derdi orada değil Washington'dadır, diyorum.

Emperyalist ABD'nin, seçimi bile beklemeksizin, Suriye muhalefetinin yeniden yapılandırılması gerektiğini açıklaması ve bu doğrultuda yeni merkez olarak Doha'yı seçmesi, Ankara'ya yönelik çok ağır bir tokattır.

AKP bir buçuk yılı aşkın süre Suriye'de bir modeli savundu ve savunduğunu hayata geçirmeye çalıştı. Bir: Türkiye “arkadan itilme” sendromu yaşamayacak, yalnız kalmayacaktı. İki: Bundan daha önemlisi, Türkiye uluslararası operasyonun lider ülkesi olacak, dünya da bunu kabul edecekti.

Bu doğrultuda ağır riskler alındı, bütün hukuk ve diplomasi ilkeleri çiğnendi. Sonuç fiyaskodur.

Bu tokatın morluğunu kapatacak güneş gözlüğü NATO tarafından hediye edildi. Rasmussen icabında Türkiye'ye yardım edeceklerini, Türkiye'yi koruyacaklarını söyledi! Yetmez...

Mesele aslında daha geniştir. AKP'nin iktidara gelişinden sonra ikinci kez şiddetli bir “emperyalist terbiye” mevsimi açılmış bulunuyor. İlki 1 Mart tezkeresiyle başlamış, çuval olayında tepe noktaya çıkmış, AKP yöneticilerinin “bizi süpürmeyin” yalvarmalarıyla bağlanmıştı. Şimdiki ise, Yeni-Osmanlıcılığın bir tür densizlik halini alması, İsrail'in rolünü tartışmaya açması gibi nedenlerle açılmışa benziyor. Henüz tepe noktaya çıktığımızı zannetmiyorum!

İlk terbiyenin ürünü AKP'nin emperyalizmle uyum konusundaki bütün pürüzleri kazıdığı Ergenekon ve benzeri süreçler olmuştu. Erdoğan işlevselliğini kanıtlamalıydı.

İkincinin ürünü, belki de Ankara'nın “arkadan itilme” durumunu sineye çekmesi ve kendini beğendirmek için daha da fazla risk almak olacak. Yani buraya kadar yaşananlarda iç ferahlatacak bir çıktı bulunmamaktadır.

Sonra, ekonomik kriz tokatı var. İnşaat çılgınlığı, kriz öncesini kurtaran yabancı para akışını ve daha fazlasını yeniden kışkırtmayacaksa, kamu harcamalarının arttırılmasından ibaret klasik bir önleme indirgenir ve çılgınlık meczupluğa dönüşür. Demek ki, AKP'nin burada da kafayı yardırmamak için daha büyük risklere koşması, kentleri daha fazla yıkması, mimarlara da gaz sıkması, ülkenin yatırıma elverişli olduğunu kanıtlamak için her tür muhalefeti daha fazla baskılaması gerekecektir...

AKP'nin önünde eğitimin dinselleştirilmesi konusunda yarım kalan işini tamamlamak için de benzer bir görev vardır. AKP'nin önünde içki yasağının genişletilmesi için yine benzer bir süreç vardır. Sadece mimarlar değil, veliler ve garsonlar da biber gazına doyacaklar bu gidişle!

Bu liste daha uzar gider.

İyi de bu yazının başında ne demiştik? Barikatlar yıkılmaya mahkumdu, hani?

Bu benim yazının çelişkisi değil. Türkiye'nin siyasi krizi.