Bir 10 Eylül yazısı

Tasfiye sürecinin milli mutabakat fikrine ters olduğu söyleniyor. Hatta düzen içi muhalefet, -artık sesi ne kadar yüksek çıkabiliyorsa o kadar- bu çelişkiye işaret ederek hükümeti eleştiriyor, kendine yol açmaya çalışıyor. Mantıklı da görünmüyor değil… Darbeyi bastırmak için darbe karşıtı tüm kesimleri bir araya getirmek gerektiğini söyleyen, bunun sözünü veren, eylemli örneğini yaratmak için adım atan bir hükümet, sonra meclisin bir partisini dışta bırakıyorsa, Fethullahçılığa bağlanamayacak bir tasfiye listesi ortaya çıkıyorsa, fırsatçıdır tabii.

Akla yatkın görünen bu muhalefet çizgisi, milli mutabakat kavramını akladığı için, bir kere, baştan yanlıştır. Ne mutabakatı! Eşit olmayan toplumsal sınıflar arasındaki mutabakat, tanım ve kural gereği egemenlere yarar. Milli mutabakat ve benzeri önermeler egemen güçlere aittir. Biz, emekçilerin ayrı bir güç olarak örgütlenmeleri için uğraşırız. “Sınıflar arası ortak çıkarlar” fikrini geri püskürtmeden bir adım atılamaz.

İkinci olarak, ittifak platformlarında iç eşitlik zaten olmaz. AKP’nin çağrısına icabet edenin sonra orada haklarının yenmesinden şikâyet etmesi geçersizdir. Güç dengesi neyse, o olur. Güç dengelerinin bir dizi düzenlemede olduğu gibi sermayeden, Suriye’de olduğu gibi emperyalizmden, tasfiyelerde olduğu gibi sağdan yana olduğu çok açıktır; ve milli mutabakatın içinde adalet isteyen her kimse, bu durumun üstünü örtmüş olur.

Üç; milli mutabakata davet ve dahil edilmemekten şikayetçi olan, iyi, doğru bir milli mutabakatın olabileceğini vaaz etmiş olmaktadır! Yanlış hedef mücadele enerjisi üretmez. Tersine soğurur.

İşin pratik tarafındaysa aklanan AKP olmaktadır. Hükümet partisi uzlaşılması mümkün olan ama kendisi birtakım hataları nedeniyle bu erdemli davranışı göstermeyen bir taraf olarak resmedilmektedir. Milli mutabakatın düzen içi eleştirisi hükümetin çelişkisini teşhir edeyim derken AKP’ye hiç sahip olmadığı bir pozitif anlam yüklemiş olur.

Üstelik darbe öncelikli tehlike olduğuna göre, hükümete yönelik bütün eleştiriler son kertede bir yana bırakılmak zorundadır. İcra yetkisinin kimde olduğu belliyse, diğer “darbe karşıtlarına” yetkiliyi uyarmaktan başka ne düşebilir?

Milli mutabakat budur ve sözcüklerin sözlük anlamlarıyla herhangi bir ilgisi yoktur. AKP için bir mutabakat arzusu ise vardır. Bu arzunun muhatabı Gülencilerdir ve bu arzu alternatifsizdir. Erdoğan’ın, en fazla kendisinin yönettiği tasfiye sürecini başarılı ve yerinde bulması imkânsız. Gericilik denen tek bir bütün, tek bir varlıktır diye yazmıştım geçen gün; bunun bir parçasının diğerini kazıyıp atması olabilecek bir iş değil. Bu tasfiye kendisine dönmek zorundadır. Daha doğrusu kendisine sonradan dönmüyor; Tayyipçiler Fethullahçılara vurdukları her darbede kendilerini de bıçaklamış oluyorlar. Dolayısıyla savaşırken birbirlerine mutabakat önermekten geri duramazlar. Milli mutabakat bu anlamda olsa olsa Tayyipçilikle Fethullahçılık arasındaki ilişkiyi niteleyebilir.

Gericiliğin huzurlu bir bütünlük inşa etmesi yakın zamanda mümkün görünmüyor. Ama bir ihtimal varsa, bunun yolunun nerelerden geçeceği anlaşılmıştır. Türkiye Suriye’de yıllardır yapamadığı ölçüde emperyalizmin emir eri derecesine inmiştir. Hükümet yine yıllardır yapamadığı ölçüde sermaye sınıfının çıkarlarının icracısı haline gelmiştir. Kamuda ilerici kimse bırakmamak giderek ilkesel hale gelecektir. “Gerici bütün” bir Tayyip-Fethullah barış anlaşmasıyla değil, düşman tarifiyle yeniden kurulur.

Milli mutabakatı “içerden” eleştirenlerin asıl sorunu da budur. Bu işten askerler için dua ederek, kararnameleri mahkemeye götürerek, tasfiye edilenleri ona değmiş buna değmemiş diye ayıklayarak çıkılamaz. Hele sonuncu başlıkta AKP’yi hatası gösterildiğinde doğru yola dönen bir taraf olarak sunmak akıl almaz bir durumdur.

AKP doğru yola döndürülemez, ama 15 Temmuz sonrası yeni bir evreye giren gerici saldırı ve yapılanma pekâlâ durdurulabilir. Bütünlüklü, yani aynı anda emperyalizme, gericiliğe ve sermaye düzenine karşı duran, sınıf karakteri belirgin bir mücadele yükseltilebilir. Sosyalizmi gerçekçi bulmayanlar bu yaklaşıma itiraz edeceklerdir. Oysa ancak sosyalizm mücadelesinin güç kazanması bugünü değiştirebilir, ilerletebilir. Sosyalizm mücadelesinin ertelenmesi ise tümden iptal edilmesinden başka anlama çıkmaz.

Doksan yedinci yaşımıza girerken sosyalizmden aşağısı kurtarmaz.