Betonu kırmak

Türkiye baştan aşağı değişecek…

“Yine mi devrimci retorik” diyecek olanlar için açarak söyleyeyim: Kısa süre içinde önüne geçilemez bir değişimin kapısı açılacak. Ardına kadar mı, turnikeli sınırlı geçiş için mi, o mücadelenin konusu.

Değişim ise kesindir. Çünkü AKP rejiminin bu sağanağı emme gücü kalmadığını gördük. Beton üstünde oturuyorlar ve su yüzeyi süpürmek üzere birikiyor. Toplumsal tepki birikimini massedecek, tahliye edecek bir deşarj mekanizması bulunmuyor. 

En büyük güç kaynakları iki nedenle yerel yönetimlerdi. İlk neden rant üretme ve dağıtma açısından benzersizlik. Metalaştırılmamış olağanüstü bir kamusal varlık yaşam alanlarının içinde, yanında, çevresinde uzanıyordu. AKP bir metalaştırma ve yağma projesi olarak her boydan rantiyenin talana katılmasına uygun mekanizmaları yerel yönetimler üzerinden geliştirdi. 

İkinci neden, yerel yönetimlerin yaygın toplumsal bir örgütlenme anlamına gelmesiydi. Solu mahveden liberal enfeksiyon her tür eleştiriyi tıkamaya yaradı. Uzun zaman “yerel yönetim”i demokrasinin mekânı sayan soldan eleştirel söz çıkmadı. Ama bitti. AKP’nin yerel yönetim şansı artık kalmamıştır. 

Beton benzetmesinden gidebiliriz… Dere yatağına inşaat eskiden cehaleti ele veriyordu. Şimdi cehalet ve yer seçimindeki bilim dışılık baki kalmak üzere, akıl almaz ölçekte, önlerine çıkan her yere betonu dayadıkları için, bütün geçirimsiz yüzeyler potansiyel dere yatağıdır. İstiklal caddesi, tüp geçit, otoyollar veya tepeler… hiç fark etmiyor. Talancı bir kavim toplumsal yaşama hoyratça saldırıyor.

Ayrıca Türkiye’nin gericilik ve sermaye tarafından ellenmesi güç tarihsel oluşumları var. Devlet baba’ya sığınma güdüsünden -eğer bir halk hareketi ortaya çıkmışsa onun köprü görevi üstlenmesi sayesinde- devletin kolektif bir varlık olarak inşa edilmesine, kamusal hizmet ve halk dayanışması nosyonlarına kolaylıkla geçilir. Bunun karşı kutbu olarak, devlete birtakım soyguncuların el koymuş olması, daha doğrusu bu ilişkinin çıplak hale gelmesi kabul göremez. Mutlaka patlar. 

Türkiye’nin laikliği tarihsel bir oluşumdur. Şeriat düzeni kurmak, yobazlığı toplumun gündelik hayatına yerleştirmek için militanlaştırdıkları unsurlara bakın: Tecavüzcü imamlar, ulaşım araçlarında kadına saldıran madde bağımlıları, mafya bozuntuları… Bunlar herhangi bir düzen kuramaz. Bu lümpen yığın üst üste iki tuğla koyamaz. Bu süprüntülerin öne çıktığı bir şeriatçılık mücadeleyi kaybetmiş demektir. 

Güçlülerin hukuka egemen olması bir objektif kaçınılmazlıktır. Ama bunun ideolojisi olmaz. Egemen güçler adalet mekanizmasına da egemen olurlar. Ama AKP adalet duygusunun üstüne beton dökmüştür. Bunun tutması imkansızdır. 

Sağanak süpürecek. Gerçek anlamıyla söylüyorum- her yağmur yağışı, her diplomatik gerilim vakası, her tecavüz, her duruşma AKP’nin süpürülmesini temin edecek yeni yeni biçimleri mümkün hale getirmektedir. Bir taraf meşruiyet kaybında derinlere gömüldükçe kozları biriktiren diğer taraf kendiliğinden güçleniyor. Eli giderek zayıflayan rejimin çıkışları intihar uçuşuna benzemekte, uzlaşma, düzeltme, geri adım atma basıncı yükselmekte, gözle görünür hale gelmektedir. 

O gün geldiğinde egemen güçlerin reformizmini sola çağıranlar olacaktır. Adlı adınca solun bu çağrısı şöyle olacaktır: İstikrar diyen TÜSİAD’dan bir puan ücret artışı veya Kürt çözümünde bir nebze cesaret. Yönetme ehliyetini yitiren devletin ısrarla geri getirmek isteyeceği kurallara, gösteri yürüyüşlerine gelişi güzel saldırılmamasını, alenen suçlu kimi yetkililerin yargılanmasını eklemek… Listeyi uzatabilirsiniz. Ama örneğin ricacı solun yurtdışındaki askerleri geri çağırmak konusunda bile kategorik bir pozisyon alabileceği düşünülemez. Laiklik konusunda en fazla, istemeyen veli çocuğunu numunelik kalmış “normal” okulda din dersine sokmayabilecek, imamlardan da cami hoparlörlerini biraz kısmaları rica edilecektir. 

AKP rejimi kendi döktüğü betonda oluşan selle süpürülecek. Türkiye’nin ne ölçüde değişeceğini betonu kırıp kıramayacağımız belirleyecek.