Beş parmağın beşi bir mi?

Bir müzisyen memleketin en büyük sorununun cehalet olduğunu söyleyince AKP medyası tarafından topa tutuldu. Yobaz takımının cehalet eleştirisini üstüne alınmasında bir tuhaflık yok. Bunda haber değeri de, tartışmayı hak eden bir yön de yok.

Doğrusu, bana Erol Evgin’in “çözüm programı” tartışmak için daha verimli geldi. Bakın ne demiş:

“15 yıl içimize kapanıp, çağdaş eğitime yatırım yapmak. Cehalet olmasa trafikte binlerce kişi ölmez. Her yaz yüzlerce orman yanmaz. Kadına şiddet biter.”

Keşke bile diyemeyeceğim!

Lakin ilerici kalabalıklar arasında Türkiye’nin sorunlarına bu kadar “safça” yaklaşmanın yaygın olduğuna işaret etmek durumundayım.

soL portal haberinde Evgin’in geçen yıl da Tayyip Erdoğan’a hedef olduğunu hatırlattı. O zaman söyledikleri de şöyleymiş:

“Okuma yazma bilmeyen, oyuna parmak basan bir kardeşimizle, ablamızla, annemizle 3 üniversite bitirmiş birinin birer oy hakkı olması adaletli mi geliyor size sorarım.”

İki alıntı birbirini bütünlüyor. Tabii ki yobaz basının cehalete övgüsü gibi, Erdoğan’ın tahmin edebileceğimiz popülizmi de çöptür. Erdoğan bu vesileyle aydın düşmanlığı siciline birkaç küfür daha eklemiştir…

Türkiye ilericiliği ise, cahil kitlelerin oy kullanmaması durumunda, AKP’nin devrilip modernizmin seçim yoluyla geri gelebileceğine inanacak bir çoğunluğu barındırıyor olabilir.

Tabii iktidar değiştikten sonra, eşit olmaktan dışlanmış birkaç milyon kişinin nasıl eğitileceği sorusu yanıtsız kalacaktır. Zira tutarlı olmak için, yurttaş sayılmayacağı anlaşılan bu topluluğa emek harcamaktan da vazgeçilebilir!

Kendini ilerici sanan bu düşüncenin sempatizanları laik sözcüğünün kökeninin Yunanca halk’a dayandığını bilmiyorlardır. Bunu, onların da eğitime muhtaç olduklarına varmak için söylemedim. Cahillikle mücadele yurttaşların eşitliği fikri ile başlar, demek istiyorum.

Cumhuriyet ve insanların eşit oldukları ilk kabul gördüğü sıra, okur yazarlar toplumların mini minnacık bir azınlığını oluşturuyorlardı. Köylerde okul da yoktu, elektrik de. İşçiler makinaların bir dişlisiydi ve mümkünse üreyip yeni kuşak işçiler üretmek dışında insani bir gereksinimleri olmamalıydı! Daha az parayla çalışabilirlerdi böylece. Yerlerine birkaç işçi adayı bıraktıktan sonra kaç yaşında ölüp gittiklerinden kime ne…

Ama çağımızda izi halen takip edilen “ilericilik” işte bu insanların mücadelelerinin üstünde yükseldi.

Çünkü bu sıradan ve sömürülen insanlar, bilgili veya cahil olma vasıflarının ötesinde “toplumsal sınıf” olarak sahne aldılar tarihte. Kentlerin ve kırların yoksul emekçileri insanca yaşamak için mücadele ettiklerinde, baktık ki bu mücadeleleri ilerici düşüncelerle kolayca örtüşüveriyor. Bu mücadeleler, eğitim hakkı dahil yurttaş haklarını gündemine aldı. Genel eğitim hakkı mücadele programına girdiği gibi, mücadele pratiği de mükemmel bir okul işlevi gördü.

Bu sınıfsal hat bugün de geçerlidir. Hakkı için kavga eden yoksul emekçiler, hep birlikte kendilerini eğitmenin anahtarını da bulmuşlar demektir.

Sınıfsallık her zaman her yerde geçerli. Trafikte insanlar otomotiv tekelleri, yolları yapan inşaat şirketleri, petrol şirketleri daha fazla kâr etsin diye ölmektedir, cahillikten değil. Ormanlar otellere, yollara alan açılsın diye yok edilmektedir, yeşilin kadrini bilmeyen cahiller tarafından değil. Kadına şiddet, cahil erkeklerin şanından değil, nüfusun yarısını cinsiyet gibi nötr sayılan bir gerekçeyle sindirmenin sihirli anahtarını keşfeden çağdaş sömürü düzeni tarafından serbest bırakılmıştır.

Bütün bunlar bugün Türkiye’de dinden hareketle gerekçelendiriliyor olabilir. Bunun yapılabilmesi için cehalet de kapitalizmin organik bir parçası haline getirilmiştir.

Çözüm yolu bir zamanlar, yani ta 18. yüzyıl Fransa’sında, bizde cumhuriyet döneminde “yurttaş eşitliği”nden geçti. Ama bu başlangıç noktası yetmiyordu. Çünkü yurttaşların hukuken eşit ilan edilmeleri, bir kısmının fabrikalara, bankalara sahip olması, diğerlerinin mülksüz işçiler olması gerçeğini değiştirmiyordu. Eşitliğin erdem haline getirilmesi iyiydi, varmış gibi davranılması ahlaksızlık.

Yurttaş eşitliği, giderek “hak” kavramını emekçi sınıflardan kaçırmaya yaradı. Yoksa emekçiler daha fazlasını da ister, maazallah “yol olurdu.”

Doğrudur; “yurttaş eşitliği” yetmiyor, herkesin bir oyu olması yetmiyor. Çünkü yoldan, ormandan, şiddetten, cehaletten geçinenler sömürülen, ezilenlerle eşit olmuyor. Birinci kategori ortadan kaldırılacak, el koydukları fabrikalar, madenler topluma iade edilecek. Bunun için emekçiler daha önceleri olduğu gibi insanca bir yaşam mücadelesine katılacaklar. Mücadele ettikçe ilerici düşünceyle buluşacaklar ve birbirlerini eğitecekler, eğitimi ve diğer haklarını sömürücülerin elinden söküp alacaklar.

Doğrudur; beş parmağın beşi bir değil gerçekten. Başkalarının sırtından geçinen, parasıyla oy satın alan bir para babasıyla günde sekiz saat, on saat, sigortasız çalışan bir emekçinin eşit ilan edilmesi adaletli değil…

Eşitsizliğin köklerini ve çözüm yollarını doğru yerde aramalıyız.