Ben mi anlamadım, yoksa…

Geçen yıl Anayasa referandumunda “Hayır, biz kazandık” mıydı? Hile yaptılar ve sonuç gayrimeşru muydu?

Böyle denmişti. Veya sola bakanlar bunları duymuşlardı. Ama sonra başka bir durumla karşılaşıldı…

Sol Erdoğan’ı meşru cumhurbaşkanı olarak tanımakta mıdır, yoksa vatan haini olarak mı görmektedir?

Burada sol derken, “algıyı” temel alıyorum. Doktrin tartışmasına hiç girmeden, toplumdan sola bakıldığında, aslı astarı bir yana, ne algılandığı hakkında konuşuyoruz…

Kuşkusuz, “toplumdan sola her bakıldığında” tatminkâr yanıtlar oluşmayabilir. Örneğin düzen dışı, devrimci bir partinin gösterdiği çözüm yolunu kitleler gerçekçi veya net bulmayabilir. Örneğin kapitalist ekonominin gündelik işleyişini hiç sorgulamadan kabul edegelmiş insanlar, binlerce şirkete bölünmüş, uluslararası tekellerin kuşattığı, bilinemezliklerle dolu bir piyasadan nasıl merkezi planlamaya geçileceğine akıl sır erdiremeyebilir. Hatta, o güne kadar hep ezilmiş, sömürülmüş olanların iktidar olabileceğine çoğunlukla kendileri bile inanmayabilir.

Bu zorluklardan söz etmiyorum. Zor veya kolay, örneğin komünistler üretim araçlarının, yani fabrikaların, rafinerilerin, hastane ve okulların, doğal kaynakların devletleştirileceğini anlatırken kaç kişinin bunu gerçekçi bulduğundan hareket etmezler. İnanan inanır, inanmayan inanmaz, nasıl olacağını anlar veya anlamaz; ama bu söylenenler hakkında rivayet muhtelif değildir.

Bugün toplumun genelinden bakıldığında, “sol siyaset” olarak karşısındakinin gözünün içine bakarak konuşamayan biri akla geliyor. Çünkü bir ara “biz kazandık” demiş, sonra basbayağı kaybetmiş gibi davranmıştır. Çünkü “hile” demiş, sonra hileciye saygılarını arz etmiştir. En ağır siyasal nitelemeleri kullandığı kişiler veya yöneticilerle gülücüklü resimler çektirmiştir. Üstünde ter ter tepinenler hakkında, barış veya demokrasi sürecinde yeniden partner olacakmış gibi konuşmuştur. Diktatör demiş, sonra demokrasi cephesinde buluşmuştur. Yaklaşan zaferden söz etmiş, sonra iktidar perspektifinden bucak bucak kaçmıştır…

Türkiye’de solculuk, ancak bu tuhaf görüntünün yerini ne dediğini bilen, güven veren bir başka görüntüye bırakmasıyla ihya olur. Mevcut sol algı, yani o algının kaynağındaki bozukluk düzeltilmeden sol toplum genelinde itibar kazanamaz.

***

Gerçekten ben mi anlamıyorum?

Başkanlık sistemini değiştirmek için, başkanlık sistemini değiştirecek bir başkana ihtiyaç olmasını anlamadım. Krallıktan cumhuriyete geçmek için, cumhuriyetçi bir krala muhtaç olmuş muydu insanlık?

O halde, ülkenin NATO’dan çıkmasını istiyorsanız, NATO’dan çıkmaya aklı yatan bir başbakan, bir genelkurmay başkanı falan bulmak gerekecek!

İşçi cinayetlerine karşı radikal önlemler almaya giden yolda, işçilerin ölmesinden derinlemesine kederlenen patronların var olması gibi bir uğraktan mı geçilmelidir?

Biz bu halk düşmanı, insanlığın bütün tarihsel kazanımlarını reddeden, Türkiye’nin dokularına tamamen aykırı, karşıdevrimin en sakil anıtı olan sistemi, ancak içinden feyk atarak mı reddedeceğiz!

AKP demokrasi veya cumhuriyeti yıkarken takiyye yaptı, deniyor; peki. Ama AKP’yi yıkmanın yolu da takiyyeden geçecekse, bu bir eleştiri olmaktan çıkar, ve “helal olsun” denmiş olur. Algıya göre sol takiyyeye helal demektedir!

Solun destekleyeceği bir başkan, memleketi parlamenter demokrasiye geri döndürür mü? Peki başkanlık sistemini kamuoyunun önüne ilk süren TÜSİAD değil miydi? Peki konu sistem mi, kişi mi?

Türkiye’de sermaye düzenine tek söz etmeden, bu düzenin hükmünü daim kılsın diye icat edilmiş bir sistemi eleştirmek mümkün müdür? Peki, takiyye tutar da başkanlık karşıtı bir başkan seçilince, bu kişinin aynı zamanda sermaye sınıfıyla da uğraşacağını mı umacağız?

***

Yanlış duymuş olamam; solda söylenenlerinin ortalaması, OHAL’in faşizmin kendisi veya bir benzeri olduğu yolunda. Doğrudur da.

Şükür; faşizmin tekelci sermayeyle bağını, militarist niteliğini, emperyalizmle ilişkisini hatırlamak için Dimitrov’u açıp okumaya gerek yok; Erdoğan’ın patron toplantılarındaki konuşmalarını dinlemek, apaçık hale gelen savaş gereksinimini görmek yetiyor.

Sosyal-demokratından anarşistine, sendikacısından sivil toplumcusuna kadar toplumun sol denince anladığı kim varsa, bilir ki, seçim basamağından geçerek gelebilen faşizm, seçim basamağından düşerek gitmez. Bunu siyaset bilimciler, hukukçular ve tarihçiler bildiği gibi halk da anlar. Çünkü faşizm oyunun kuralını tanımamaktadır ve dolayısıyla oyun olağan akışını izleyemeyecektir.

Bütün bunlar bilinir, ama seçim her şeyden çok önemlidir! Öyle denir.

Aslolan örgütlenmektir dediğinizde zor bir yola çağırıyormuşuz. Anlaşılmazmışız… Ama diğeri bir yalan ve herkes yalan olduğunu biliyor!

Umutsuz yaşanmayacağı doğrudur, ama sadece umudun karın doyurmadığı daha da doğrudur.

***

Bitmiyor. Toplumun algıladığı haliyle sol, iki turlu seçimlerin ikinci turunda doğal, organik bir ittifakın kendiliğinden ortaya çıkacağını söylemektedir. Bu kadar doğal, organik ve kendiliğinden bir şeyin önünde ancak şapka çıkartılır!

Ama toplumun genelinden bakıldığında Meral Akşener’i desteklemeye fit olmuş bir sol sadece şapkasından mı soyunmuş olur?

Ben mi anlamıyorum, yoksa Türkiye’de sol adına, ilericilik adına, cumhuriyet ve demokrasi adına birileri toplumun karşısına çıkıp Meral hanımı mı övmeye hazırlanıyor?