Bataklık

Geri dönüş yok. Tayyip Erdoğan bu bataklığı geçmek zorunda. Ancak yalnızca insan yutan bir çamur kuyusuyla değil yutulmamak için birbirinin sırtına tırmanmaya çalışan yol arkadaşlarını da aşmak zorunda. İşin daha acayip tarafı her birinin sırtında içi tıka basa dolu kasalar taşıyor olması. Film bitmek üzere, ama ağırlıklarından vazgeçmek akıllarına bile gelmiyor.

Daha önce başka benzetmelere başvurduğumuz olmuştu. Duvara doğru gittikçe hızlanan, frensiz bir araç gibi. Duvar hızlı bir son olurdu. Bataklık basbayağı uzun zamana yayılan bir işkenceyi anlatıyor.

AKP’nin ustalık dönemi artık bir kabustur.

Şu son on beş yıl boyunca bazı şeyleri iyi öğrendikleri kesin. Kapitalist Türkiye’nin yöneticileri sık sık büyük projelerle kalkarlardı. Ama asıl becerileri proje battığında, ki batması kaçınılmazdı, krizi yönetmek oluyordu. Kriz idaresinden mezun oldular.

AKP de bir büyük projedir. Aslında daha öncekileri aştılar da. Ne İkinci Savaş hükümetlerinin ürkek Nazi Almancılığı, ne sonrasının Batıyla bütünleşme ve bu bütünleşmeye yaslanarak kalkınma, ne korunaklı bir alan kurarak kalkınma, ne AB üyeliğine zıplama, Türkiye’yi İslam’ın asrı saadetine çevirmeye benzer.

Kapitalizm Türkiye’nin 19. yüzyılda açılan ilerleme yoluyla eşanlamlıydı. Ama kapitalizm yolunda ilerlemek bütün ilerici birikimin, bağımsızlığın, cumhuriyetin, kalkınmanın altını oymak anlamına geliyordu.

Şeriat ülkesi yaratmak ise kapitalizm ile tarihsel ilerleme arasındaki gerilimi, ikinci tarafı tamamen imha ederek ortadan kaldırma iddiasıdır. Batıyla bütünleşmenin Orta çağa dönüşle gerçekleşeceği iddiası, kapitalizmin en kârlı halinin işçilerin yerine cemaat üyelerini geçirmekle kurulabileceği fikri, gücün bağımsızlıktan değil tam tersinden geçtiği bir model… hakikaten bunlar büyük tarihsel iddialardı.

Ama bu kadar. Ne kadar büyük ve tarihsel oluyorlarsa o kadar gerçeklikten kopuyorlar. En büyük proje en ağır yıkımı yarattı.

Bu bir bataklık ve geriye dönüş imkânsız. Kasalarıyla birlikte kurtulmak için ilerleyecekler ve yutulacaklar.

Film aslında bitti.

***

Finalde Türkiye’de geleneksel dengeye dönüş emareleri açığa çıkıyor. Geleneksel denge emperyalist merkezlerin bağımlı ülkeye üstünlüğünü varsayar. Gerisi fasa fisodur. Bu artık açıklık kazandı. Türkiye bomboş konuşan, etkisiz, alay konusu bir ülkedir ve emperyalist egemenlik mutlaktır. Bu ülkeye birkaç milyar doları gösteren her şeyi yaptırır.

Geleneksel denge içerde en büyük kapitalist grupların otoritenin kaynağı olmasını varsayar. Eskiden “ceberrut” devletin ihalelerine muhtaç görüntüsü veren bu en büyük gruplar, AKP döneminde şamar oğlanına çevrildi bir ara. Şimdi geri dönülüyor. Kimin hancı kimin yolcu olduğu belli oluyor. Geleneksel büyük sermaye siyasi iktidarı teslim alıyor. Hangi yönetimin fiyatı kaç paradır? Ödenir!

Geleneksel denge ideolojinin bir üstyapı kurumu olduğunu ve sonuç olarak ekonominin merkezinde durduğu yapının belirleyici olduğunu varsayar. Şeriatçılaşan Türkiye dinselliği kusma noktasına gelmektedir. Bu kadar sermayeye, bu kadar işçiye, bu kadar aydına, bu kadar aktif kadına ihtiyaç duyan bir kapitalist yapı da şeriat tutmaz.

Uluslararası ilişkilerin, sınıf-siyaset bağının, ekonomi-ideoloji bağının yeniden dengeye gelmesi kaçınılmazdır.

Türkiye AKP’yi kusuyor. AKP’nin projelendirdiği ülke bataklığa dönerken bütün düzlemlerde AKP’yi yutuyor.

***

Erdoğan kurtulmak için güçlenmek, güçlenmek için en yakın çevresini kırıp dökmek yoluna girdi. Yakında her tarafı silahlandırılmış bir koruma ordusundan başka bir dayanağı kalmayacak ve o zaman son denklik de zorunlu olarak kurulacak. Bu ordu bu koruma işini sürdürmek için neden bulamayacak.

O noktadan biraz önce kırıp dökmenin maliyetinin hesaplanamaz kadar büyük olduğu açıklık kazandı. Başkanın partisini düzeltme ihtimali birkaç ay içinde ortadan kalktı.

Görünüşte kimse direnmiyor. Kahraman da yok direniş de.

Ama yapı değişmiyor. Tayyip Erdoğan başkanlık otoritesini merkezileştirdikçe kendi kendisini iktidarsızlaştırdı. Tersi mümkün değildir. Türkiye ölçülerinde modern kapitalist bir ülkenin bu giysilere sığdırılması için bataklık kıvamında bir yapışkanlığa ve akışkanlığa dönüştürülmesi gerekirdi. Buna yaklaştıkları anda üstünde iktidar kurulacak bir zemin de kalmadı.

***

Ne kadar sürer? Nasıl çözülür? Bataklığa kimin AVM’si dikilecek?

Bu sorular bize ait değil.

Siyasette öngörü, analiz, strateji; hele devrimci bir siyasetten söz ediyorsak, öngörülenin içine öznenin yerleşmesini varsayar. Gözlem dışarıdan yapılmaz. “Ülke şuraya gidiyor” diyen devrimci özne, aslında kendisini nereye yerleştireceğini ve ne yönde müdahale edeceğini anlatıyordur.

Türkiye’de modernleşmenin, aydınlanmanın has çocukları olarak modern işçi sınıfı, yurttaş olmuş kadın, aydınlanmanın sahibi aydınlar, geleceği bu kategorilere pay edilen gençlik, bataklıkta boğulmayacaklar. Boğulmayacağız.

Bizim de büyük projemiz var ve ortalık proje çöplüğüne dönmüşse bizimki diğerlerinden daha az gerçekçi değildir. NATO üyeliği yerle yeksan olurken kim bağımsızlığı küçümseyebilir? Dualarla yönetilen ekonomide kaza dedikleri şeyler kaçınılmaz ve olağan olmuştur. Verimli diye işsizliği kural hale getiren bir ilerleme karşısında kim işsizliğin yasaklanması gerektiği teziyle alay edebilir? Artık kim verimli diye sunulan özel girişimin yerine devlet mülkiyetini geçirmeyi saçma sayabilir? Okullar kuran kursuna indirgenirken bilim ve aydınlanmaya hangi hakla kulp takabilir?

Kim sosyalizmi gerçekçi ve mümkün olmamakla eleştirebilir?

İşçi sınıfı bu büyük projenin sahibi olmak üzere örgütlenecek.

Ne kadar mı sürer, nasıl mı çözülür, kim mi?

Biz sosyalizmi nasıl kuracağımızla, işçi sınıfının ağırlığını nasıl yükselteceğimizle ilgili sorulara yanıt arıyoruz. Bataklıkla ilgili sorularla onun yaratıcıları ilgilensin. Sağ kalırlarsa, akılları uçup gitmezse tabii…