Başkasına program yazmak

Bir zamanlar ütopyacılar varmış. Dediği dedik bir yöneticiye, mesela krala “toplum nasıl daha güzel yaşar”, “insanlar nasıl daha mutlu olur” konulu projeler hazırlayıp sunarlarmış. Bunları alıp uygulayan, benim bildiğim kimse yok… Neyse, bunun bir önemi de yok. Hatta bu ütopyacıların dikkate alınmaya alınmaya, gün gelip “iş başa düştü” demeleri ve çizmeleri çekip kendi “ütopya çiftliklerini” kurmaya kalkmaları da bizi bugün ilgilendirmiyor. Sadece şu kadarı ki, bu saf aydınlanmacılar aslında çok büyük entelektüellermiş, bu bir. İkinci olarak, ikna etmeye veya kafa kola almaya kalktıkları yöneticiler bayağı güçlü tiplermiş. Modelin o zamanın tarihsel toplumsal koşullarına uyup uymayacağı bir yana, o güç ütopyanın mucidine çok cazip geldiyse, insan o kadar da kızamıyor bu saflığa. Ve sonuncusu, ütopyacıların içinden hakikaten “kendimiz yaparız o zaman” diye yola devam eden inanmış ve saygıyı çok hak eden örnekler çıkmış.

Bizim konumuz farklı. Referandumla icat olunmadı, daha önce de vardı. Ütopya demeye bin şahit ister. İkna edilmeye çalışılan yapı hiç de muktedire benzemiyor. Ütopyacılarımızın ise yazdıklarına kendilerinin bile inandığı pek kuşkulu… CHP’yi bir boş kâğıt zannedip, üstüne gelişigüzel program yazan sosyalistleri kast ediyorum.

Bir politik olgu olarak CHP’yi analiz etmek gerekir ve yararlıdır. Bir politik taraf olarak CHP ile tartışmak, polemik yapmak da gerekebilir ve birtakım yan sonuçlar elde edilebilir. Ama CHP’yi boş kâğıt sayıp, neyi nasıl yapmasının uygun olduğunu anlatmak hakikaten çok ama çok saçmadır.

Bir kere devletin kurucusu hareketin partisinden, daha doğrusu onun mirasçısından söz ediyoruz. O rejim bir imamlar grubu tarafından parçalanmış olabilir. Ama ulusal kurtuluşçuluğu, modernizmi, devlet kuruculuğunu, üstüne sosyal-demokrasiyi hafife almanın da bir sınırı olmalıdır. “Evin sahibi var” demek istiyorum. Bazı açılardan bakıldığında görülmüyor olabilir. Ama madem ki sosyalistiz, öyle bir yapının sahipsiz bırakılmayacağını biliyor olmalıyız.

Sonra köklü bir siyasi partinin toplumsal-tarihsel belirlenmişliği ve güncel, dönemsel yönelimleri vardır. Bunları yok sayan bir “akıl verme” diline kimin hakkı olabilir?

Devam edelim. CHP el attığı bütün süreçleri çok kötü yöneten ve baş aşağı gidip duran bir parti olabilir. Ama bu partinin yöneticileri soldan kendilerini çekiştirenlere dönüp “işiniz mi yok kardeşim” deseler ne yanıt verilebilir? Hatta aralarından kimileri ileri gidip “kelin merhemi olsa kendi başına sürer” diye lafı gediğine oturtursa?

Siyasal mücadelenin dili ve etiği farklıdır. Ütopyacı tarzından da, akıl verme ukalalığından da, haddini bilmezlikten de farklıdır.

Bir kere CHP’ye akıl öğreten sosyalistler bu partinin gidişatından, haklı olarak, hiç memnun değillerdir. “Düzen partisi”, “burjuva partisi” nitelemeleri çok yaygın kabul görmektedir. Bence de CHP öyledir. İyi de o halde burjuvaziye ve düzene ricacı olmak ne oluyor?

Üstelik böyle bir kurumun kimliği davranışlarına da çerçeve çizer. Uluslararası kredi kuruluşlarının değerlendirmelerini, büyük sermayenin kârlılık düzeyini, kitle hareketinin kontrolsüzleşme riskini öncelikli olarak hesaba katmayan bir düzen partisi görülmüş müdür? Düzen partisine böyle yapma, devrimci gibi davran demek akıl kârı mıdır? Bunu bilimden, tarihsel maddecilikten falan dem vuran birileri yaparsa, komik olmazlar mı?

Söylemeye gerek var mı; bu yazı dışardan gazel okuyanlara yöneliktir. CHP camiasında yeri olan, içerden bir tartışma yapanlar, yani tartışması bir tür eylem, ağırlık ayarlaması anlamına gelenlere yukarıdaki eleştirileri yöneltecek değilim tabii ki. Onlar işlerini yapıyorlar, denebilir.

Onlar bir yana ve uslanmayıp başkasına program yazmaya devam eden sosyalistler de başka bir yana… Bana sorarsanız, sol kendi işini yapmalıdır. Sol, kimin nereden istifa edeceği, kimi sokağa çağıracağı, propaganda teknikleri, sloganları vs konularda ahkam kesmeyi bırakıp kendisi daha iyisini, etkilisini, devrimcisini yapmaya çalışmalıdır.