Başbuğ’u Okuyamamak AYDEMİR GÜLER

Geçen hafta yeni genelkurmay başkanı memlekette sahne alırken, uzmanlar denen meslek grubuna da gün doğdu. Başbuğ dönemi ne ifade ediyordu? Yeni komutan irtica konusunda nasıl bir tutum izleyecekti? "Adam, basbayağı şahindi, canım..." İlkelerin altını çizmesi de pek önemliydi...

Gerçeği söyleyeyim mi? Ben sıkıldım! Uzmanlar denen meslek sahiplerinin bütün yorumlarını izleyememe nedenim, işte bu sıkıntıdır.

Ama yeni komutanın, medyada "süper bir tarih dersi" olarak allanıp pullanan 30 Ağustos resepsiyon konuşmasını değilse de (!), devir teslim törenindeki konuşmasını dinledim. Sonra yorumcuları dinlerken, acaba Başbuğ başka bir konuşma daha yaptı da, ben mi kaçırdım diye düşünmeden edemedim...

Anlaşılan yeni genelkurmay başkanı sık ve bol konuşacak bir donanıma sahip. Ancak bana şimdilik ilki yetti.

Bir: AKP kapatma davasında Anayasa Mahkemesi "Amerikan barışı" yönünde karar aldığında, şimdi sıra ordunun profesyonelleştirilmesi için gaza basılmasında diye düşünmüştük. soL'da incelendiği gibi, şimdi modernizasyon, küçük birimler falan derken tarif edilen, profesyonel ordudan başka bir şey değildir.

İki: Aynı konuşma mutlak bir Amerikancılık ortaya koymuştur. Anlaşılan TSK'nın tepesi Türkiye'de halk ve iktidar mekanizmaları düzeyinde epeydir kendini gösteren stratejik tereddüdün üstüne şiddetle gitmenin zamanı geldiği inancındadır. Yeri gelmişken bunu da genelkurmay başkanlığı Ergenekon operasyonunun karşısında değil arkasında durduğunda düşünmüştük.

Üç: Bu aynı zamanda iç politikada çekişen kurum ve akımların, Amerikancılığı artık bir çekişme konusu bile yapmayacaklarına dair, taraflardan birinin şeref sözüdür.

Amerikancılığın şerefi konusunu bir kenara bırakırsak, dördüncü olarak, irtica başlığına gelmeliyiz.

İlker Başbuğ, seleflerinin ara sıra hissettirdiği bir formülasyonu ilk konuşmasında konsept haline getirmiştir. Meslekten yorumcuların nedense etrafından dolandıkları değişim 28 Şubat'ın irtica kavramının ya da anlayışının geri çekilmesidir. Yeni komutanın sorun tanımı, "irtica"nın kendisi değil, ülkedeki gelişmeler karşısında kimi kesimlerin duyduğu rahatsızlıktır. Başbuğ bu rahatsızlığın ciddiye alınmasını istemektedir. Kim ciddiye alacak, derseniz adres bir zamanların irtica odağına çıkar. Başbuğ, şeriatçıları, şeriatçılık karşısında tedirgin olanları ciddiye almaya çağırmıştır. Hoş. Hoş olduğu kadar da anlamlı.

Beş: TSK'nın bu pozisyonu bir diğer "düzen laisizmi" kurumu olarak Anayasa Mahkemesinin de gerisindedir. Anayasa Mahkemesi hiç olmazsa AKP'nin suçun odağı olduğunu saptadı. TSK suçu değil, "galiba ortada bir suç var" duygusunu önemsiyor.

Altı: Yukarıda değinilen iki başlık olarak gericiliğin ve Amerikancılığın içinde bulunduğumuz dönemde kazandığı biçimler, Türkiye Cumhuriyeti açısından bir kendini inkar veya intihar eylemidir. Laikliği "laikleri de idare edelim"le, "Yurtta Sulh Cihanda Sulh"u emperyal hülyalarla süslü bir savaşçılıkla yorumlayamazsınız. Başbuğ olsa olsa bu intihar/inkar sürecinin şahinidir.

Yedi: Bütün bunlarda şaşacak bir şey yoktur. Gürcistan'ın Amerikan oluru olmadan Güney Osetya'ya saldırmış olamayacağını artık herkes söylüyor. Tiflis-Washington hattının Ankara'dan aktarma yaptığını ise herkes biliyor! Daha önce yine soL'da Türkiye'nin günümüz kapitalist-emperyalist dünyası açısından bir savaş alanı, bir cephe olarak algılandığı yazıldı. Son hafta Rusya'nın, önce Karadeniz'deki NATO savaş gemilerinin hatalarından Türkiye'nin sorumlu olacağını açıklaması, sonra da bir tür ticari boykota girişmesi, bunun bir solcu fantezisi olmadığını gösteriyor. Yeni genelkurmay başkanı bir de bu anlamda şahin olabilir.

Sekiz: Yani artık memleketin şahinleri AKP'yle mutludur. Bu uyum ve mutluluk Kürt ulusalcılığı konusunda perçinlenmektedir. TSK ve AKP, Amerikan barışında Türkiyeli Kürt ortak istemediklerini deklare etmektedirler. AKP'nin yaklaşan seçimlerde Kürt illerinde sadece kadim dostu MHP'yi değil CHP'yi ve AsParti'yi de temsil edeceği anlaşılmaktadır.

Dokuz: Eksik kalmasın uyumun veya mutluluğun riske girdiği bir başlık yine de var. Başbuğ'un, bir uzman yorumcunun ifadesiyle nazik davranıp tarikat yerine cemaat dediği başlık. Ancak buradaki sorun tarifinin de gericilikle, ilkelerle falan bir ilgisi bulunmuyor. Cemaatleşme ile küreselleşme arasında Başbuğ tarafından ifşa edilen bağlantı, Amerikancıların reddedebileceği bir boyutun çok ötesindedir. Yeni genelkurmay başkanının sorun tarifinde de, adını açık yazarsak, Fethullahçı hareketin iktidar koalisyonundaki yerinin sınırlanması talebinden fazlası yoktur.

Peki, uzman ve yorumcu şahsiyetler, neden atla deve olmayan bu gerçekler karşısında raks etmekte ve baymaktadırlar? Neden açık açık konuşan Başbuğ'u bile okuyamazlar?

Cahil ve aptal olduklarından mı? Kanımca değil.

Düzenin, önümüzdeki dönem bir felaket anlamına gelen Amerikan barışını, uçurumu göstermeden memlekete yedirmek için, siyasal karşıtlıklara, mücadele görünümlerine ihtiyacı var. Bu yüzden uyduruyorlar. Tabi bazı şeyleri uydurabilmek için, birikimli ve zeki olmamak şart oluyor.