Bahar

İngiliz gazetesi haklı. Times Erdoğan tasfiyelerinden sonra neredeyse yasaları uygulayacak kimse kalmadığını yazmış. Yasa işin esprisi; kısaca “böyle yönetemezsin” diyorlar. Doğrudur ve biz de çoktandır söylüyoruz. Bizim ölçeğimizde ve derinlikte bir kapitalist ülke bu şekilde yönetilemez. AKP’nin 2011 seçimlerinden bir süre sonra, belki 2012 sonlarında girdiği ve bugün devam etmekte olan zaman dilimi, bir yönetememe krizi, bir “ara dönem” olarak kayıtlara geçecektir.

Problem, İstanbul’da TKP’nin miting bitiminde oluşturduğu 1 Mayıs kürsüsünde söylendiği gibi “yerine ne konulacağının bilinmemesi durumunda mevcut yapının yıkılmaması”dır. Durum tam budur. İngiliz gazetesi, bizim Türkiye’de uzun zamandır söylediğimiz şeye işaret etmekle, bu yönetemezlik halinden bir rejim, statüko, düzen, istikrar çıkmayacağını dillendirmekle analiz ödülü hak etmiş olmuyor.

Ancak bu konunun stratejik önemde çıktıları var ve bu çıktıların sol siyasetle, dolayısıyla 1 Mayıs gününe verilen içerikle ilintisi de var.

Erdoğan’ın merkezinde durduğu ve giderek daha geniş bir alanını kapladığı “şey” bir model değil, geçici ve fiili bir durum. Bunun sürmesi yerine ne konulacağı sorusunun yanıtsız olmasından kaynaklanıyorsa, gündemin gerçek odak noktasında yarına ilişkin soru durmaktadır. Bugünün yanıtı kendi içinde verilebilseydi, çoktan Erdoğan gitmişti. Ama hayat görünenden daha karmaşık; ve siyasal süreçlerde bir evre, yenisi aşağı yukarı şekillenmeden tamamlanmış sayılmıyor.

Tabii bu siyaset ve toplum yasası, her yasa için olduğu gibi, bazı koşullar altında geçerli. Daha önemsiz, daha az önemli veya intikam almanın en önemli güdü olduğu yerlerde bu yasa geçerli olmayabiliyor. Yaşadık gördük, emperyalistler ve yağmaya hazırlanan sermaye Yugoslavya’yı uçurumdan aşağı yuvarlarken sonrasının nasıl yapılandırılacağı sorusu pek dert edilmedi. Kuşkusuz kimi önlemler alınıyordu, ama aslolan intikamdı. Sosyalizmden intikam! Çok daha şiddetli bir intikamı hak eden Sovyetler Birliği’nde bu güdünün sınırlanması gerekiyordu. Nükleer silahlar, gelişkin politik kültür, kritik coğrafya, devasa bir nüfus… Bunlar uçurumdan atılamazdı. İntikam açlık sorunuyla yüz yüze bırakılan halktan alınmakla kalındı. Irak’ta sonrayı düşünmemek mümkündü, çünkü sonrasını manipüle etmenin daha kolay olduğu düşünülüyordu…

Türkiye’nin sahip olduğu maddi önem bizi son yıllarda Erdoğan’a mecbur kılmış bulunuyor. Bu nedenle tek başına Erdoğan’a odaklanan bir muhalefet çizgisi “devrimci” olamıyor. Kolaylıkla düzen içinde işlevlendiriliyor veya tam tersine boşa düşürülüyor. Erdoğan’ın temsil ettiği dinamikler, aksesuar değil. Erdoğan’ın yerine ne konacağı, “bulunur bir çare, halk ayaktadır” sadeliğine indirgenemez, indirgenememiştir.

1 Mayıs günü Deniz Baykal, Abdullah Gül’ü cumhurbaşkanı yapmak istediğini ilan etti. Gül bir biçimde olmazsa, mesela seçim günü gelene kadar Fetöcülükten içeri atılırsa, Gül’ü aday gösteren ismin yeni bir sorumlulukla buluşması mümkündür. Bana sorarsanız, Erdoğan bile, ister rakip ister alternatif niyetine, Gül yerine Baykal’ı tercih edecektir.

1 Mayıs’ın hemen öncesinde bir HDP sözcüsü çözüm sürecinin yeniden başlamasını, müzakere masasına dönülmesini dillendirdi. Hani hayır bitmemişti ve mücadele sürüyordu; Saray’a hayır’dı ve dahi, o başkan yaptırılmayacaktı?

Diğer tarafta ve aynı tarihlerde Tuncay Özkan, ulusalcılarda HDP alerjisinin gözden geçirilebileceğinin işaretlerini twitterda veriyordu. Kılıçdaroğlu’nun 16 Nisan akşamı HDP’yi de teşekkür listesine aldığı dikkatinizi çekti mi? Akşener’in solda zannedilen muhalif kesimlerde uyandırdığı sempati kendiliğinden, tabandan mı fışkırıyor, yoksa tasarım mühendisliğinin konusu mu oluyor?

Bütün bunlar bugünle ve Erdoğan’la değil, yarınla ve Erdoğan’ın yerine ne konulacağıyla ilgili tartışmalardır. “AKP’nin yerine ne konulacağı” demiyorum, çünkü bu bağlamda yanlış bir ifade olacağını gösterebildiğimi umuyorum. Yukarıda adı geçenlerin tamamı bir anlamda AKP’lidir…

Benim asıl dert ettiğim ise, 1 Mayıs günü alanları dolduran solun verdiği umut ile ortalama sol politika arasındaki mesafe. Türkiye’de sol dışında herkes yukarıdaki anlamda “siyaset yapmakta”dır. Solun ortalaması ise siyaset dışıdır.

Hal böyle olunca 1 Mayıs alanları da bundan nasibini alıyor… Doğrusu ben kalkıp şehrin izole bir noktasına gelenlerin iki saat açık havada ayakta müzik dinlemek arzusuyla yanıp tutuştuklarını zannetmiyorum. 1 Mayıs’ın enerji vermesi yukarıdaki anlamıyla siyaset yapmaktan geçer. Yoksa 1 Mayıs kürsüsü ünlü olan veya olmak isteyenlerin koşup çıkacağı bir reklam panosuna, Enternasyonal ise bir fon müziğine dönebilir. 1 Mayıs’ın başına gelebilecek en kötü şey, alanı sosyal medya kampanyasının aracı haline getirmek değil midir? 1 Mayıs’tan yükselen mesaj “haydi tt olalım” olabilir mi? Sahi, tt olunmuş mudur?

Alanlara akan nicelik ve beklentinin bu vasata sığması kabul edilemez ve dahası mümkün de değildir. Neyse ki baharın müjdecileri de vardır.