Al birini…

Adnan Hoca operasyonundan hareketle “al birini vur ötekine” denebilir. Doğrudur. Bunların televizyon şovları alt tarafı nevi şahsına münhasır bir zikir ayini. Abuk sabuk danslarla kendinden geçerek değil de, belli ki fuhuş ve tecavüz ile tapınıyorlar. 

Yalnız bir nokta var; konvansiyonel tarikatlerin zikir ayinleri birkaç meczup deneme dışında bugüne kadar hiç ilan edilmiş, açık, meşrulaştırılmış bir norm haline getirilmedi. Adnan Oktar bu açıdan farklı. Sapıkça bir hazcılığı “işte bizim tarikat" diye topluma sunmak için tarikat liderlerinin en delisi olmak gerekiyordu belki de. 

Boyun Eğme gazetesi bu tarikate ayırdı son sayısını. Orada da gösterildiği gibi Adnan Hocacılar onlarca yıldır biliniyor ve hem devlet eliyle hem de devletin içinde örgütleniyorlar. Çok renkli ve çok kanallı tanıtımlarla ilerlediler. Bu çağda bu ölçekte bir tanıtımın devletten bağımsız tasarlanıp organize edilemeyeceği kesindir. 

“Demokrasi safları” bu son cümlenin çelişik olduğunu düşünebilirler. Renk ve kanal artışı gericiliğin toplumun başına sardığı çorapları meşrulaştırmaya yaramıştır oysa. Diğer tarikatler de Adnan’ın açtığı yoldan gittiler. Hepsinin kanalları var çoktandır. Al birini vur ötekine…

*    *    *

“Al birini vur ötekine” zaman zaman kayıtsızlık da ima edebilir. “Hepinizden eşit ölçüde iğreniyorum” dersek olur; ama “bize ne” olmaz. Nasıl olsun? Bunların tamamı “bize” karşı örgütlendi. 

AKP’nin tarikat kapitalizmi için kim sorun haline geliyorsa, bilin ki, o tarikat toplu misyona zarar veriyor, asıl işin önüne pürüz çıkartıyordur. Bunlar da öyle.

Adamın elinde düzen için pek mühim birilerinin yukarıda söylenen manada tapınma videoları falan olabilir. Bunu bilmiyoruz, ama bir şeyi görüyoruz: Adnan’a kadar bütün tarikatler kendilerinin ümmetin içinden, tarihin derinliklerinden geldiğini iddia etmişlerdir. Bu da asılsızdır ama inandırıcılığı, hiç kuşkusuz Adnancıların meşrulaştırmaya çalıştığı görüntülere göre daha fazladır. Bunlar sanki başka gezegenden gelmiş... 

Aslında tamamı böyledir. Bunların tamamı toplumun ve tarihin baskılanması için sonradan imal edildi. Organik değil yapıntılar; içerden, geçmişten falan değil uydurmadan ileri geliyorlar. Adnan tarikati işte uç yorumculuğu nedeniyle bu durumu açık ediyor, maskeyi düşürüyor, ortak çıkarı zayıflatıyor.

Hiçbiri başka bir gezegenden gelmedi. Hepsi, modern kapitalizm koşullarında burjuva devletin işçi sınıfına ve ilericiliğe karşı mücadelesinden doğdular. 

İşte bu açıdan ve bu kadarıyla birbirlerine vurulabilirler. 

*    *    *

AKP’nin düzeni dedik de; bu düzenin de kuralları olacak elbette. İsterse hakikaten tek adam rejimi olsun, o tek kişinin ne yapacağının, ne yapamayacağının da kuralları olmak zorundadır. Toplumun işleyişi keyfiliğe değil, toplumsal yasalara bağlıdır. Yürütme, yasama ve yargı başkana bağlanırken, devlet örgütlenmesinin reisin adamlarına indirgendiği bir durumun bile “toplumsal yasaları” olmak zorundadır.

Bunları çeşitli makale ve söyleşilerle ortaya koyan soL portal bu açıdan tarihsel bir görev yerine getiriyor, bir aydır. Konumuz Adnan Oktar olduğuna göre ben burada tarikat mevzuuyla sınırlı kalacağım.

Başkanlık rejimi yani erkin tekelleştirilmesiyle, çok ileri düzeyde bir totaliter yapının kurulmasıyla burjuva siyaseti lağvedilmiş değildir. Siyasetin koordinatları bu yapının içine çekildi. Burjuva siyaseti tarikatlerin, tekelci sermaye gruplarının, onların aracılarının, emperyalist merkezlerle doğrudan ilintili unsurların parsellediği bir devlet yapısının içinde sürdürülmek isteniyor. Baksanıza, mümkün olsa IMF ile anlaşmayı bile kimseye duyurmayacaklar. 

Buraya kadarı bizim buraların tarihinde Bizans göndermesiyle bilinen bir deneyimi çağrıştırıyor. 

*    *    *

Ancak bu durum yetmez… 

Totaliterlik bir dizi burjuva veya düzen içi özneyi de devlet yapısının dışına ittirmek demektir. Ne yapacak bunlar? Varlıkları sürüyor ama siyasette yoklar! Bu olmaz. 

Soruna çare olarak, devletin siyasal (karar) alanı ile gösteri alanı ayrışmıştır. Karar mücadeleleri aygıtın karanlık koridorlarında verilecek, buraya giremeyenlere ise Mecliste bir yaşam alanı kalacaktır. Reis merkezli rejim Meclisi çok büyük ölçüde devre dışı bırakmasına karşın Meclis renkli ve hareketli olabilecektir. Adnan Hoca tasfiyesi nereye varır, bilinmez. Ama yeni siyasal alanın dışına itilen Gülcülerin, Davutoğlucuların ve başkalarının Meclise yansımaları engellenemez, normalde engellenmez de. 

Bu yapının temel varsayımı, işçi sınıfı ve emekçi halkın sistemin dışında herhangi bir dikkate alınır etkinlik gösteremeyecekleridir. En fazla sopayla yönetilebilir bir sürü olarak kalması beklenir halkın…

Bu varsayımın çalışmadığı noktada ise her şey çökmeye başlayacaktır. Varsayımın çalışmaz hale gelmesi için hepsini alıp hepsine birden vuran bir devrimci mücadele gerekiyor.