AKP’nin yöntemine dair

Aydemir Güler'in “AKP'nin yöntemine dair” başlıklı yazısı 1 Nisan 2013 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

On küsur yıldır, AKP’nin çok muhalifi oldu. Hükümetin bu odaklarla ilişkisine dair çok şey söylenebilir. İlginç boyutlardan biri de, didişmenin veya mücadelenin bir noktasında muhaliflerin belli bir temel konuda kimsenin AKP’den daha iyisini yapamayacağına, “bugünler”in tercih edilemeyeceğine ikna olmaları.

En başta, TÜSİAD krize karşı daha iyisinin yapılamayacağını kabul etmişti. En iyi özelleştirme performansının, emekçil haklarının acımasızca gasp edilebilmesinin, Tanrı’ya itaat telkin edip oluk oluk sadaka dağıtan AKP’den başkasına nasip olmayacağını kabul etti sermaye.

2007 ve civarı yıllarda askerlerin dincileşme karşısında isyan ettikleri zannedildi. Bu ideolojik karakter, elbette söz konusu kesimin tabanında etkiliydi ve ayrıca asker topluma başka bir argümanla hitap edemezdi. Ancak içinden, mitinglerde ayet okuyup, Alevi köylerine cami kampanyası açan Kenan Evren gibilerini çıkartmış, üstelik bunlarla asla hesaplaşmamış bir yapıdan laisizm konusunda ilke beklemek abestir. Daha önemlisi, ordu üst kademesinin, AKP iktidarı altında Türkiye’nin çözülmesinden endişelenmesiydi. Gerçekten de AKP’nin devlet katında giriştiği dönüşümler bir süre devleti ciddi ciddi parçalamıştı. Ama bir an geldi ve asker devletin ve ülkenin birlik ve bütünlüğünü en iyi bunların sağlayacağını kabul etti. Arkadan Amerikan rüzgarı esmeliydi, toplum vatan-milletin yanısıra din Allah gazına getirilmeliydi. Eskilerin Büyük Türkiye, yavru vatan, Turan veya İslam birliği üstüne yaptıkları edebiyat, artık olsa olsa Yeni Osmanlı olarak sürdürülebilirdi.

Peşi sıra çeşitli kurumlarda AKP’ye dönük muhalefet çözülmeye, tasfiye kolaylaşmaya, yeni kadrolar şenlikli biçimde görevi devralmaya başladı. Evet, Türkiye dinselleşiyordu ama yargının hükümet partisine dava açtığı, üniversitelerin yürütmeye meydan okuduğu, yani devletin dağıldığı bir Türkiye daha mı iyiydi?

Liberallerin derdi piyasanın egemenliği, bunun makyajı da demokrasi kostümüydü. Piyasaya en iyi giysilerin İslamcı terzinin elinden çıkabileceğini, daha iyisinin mümkün olmadığını kabul etmek durumunda kaldılar zaman içinde.

Bunların bazıları arada muhalefet sahnesinde bir görünüp geçiyorlar. Ama temel konularda AKP’ye biat ettikleri ölçüde kendilerine iktidar bloğunda bir koltuk rezerve ediliyor. Koltuğun AKP yeşili dışında renklere bürünmesinin yasak olduğunu baştan kabul etmek şartıyla aksesuar olunabiliyor. Aksesuarın hafiften farklı parıldaması halinde başlarına ne geleceğinin son örneği ise Milliyet gazetesi.

Burada zaten iktidar bloğunun parçası olan cemaat konumuzun dışında.

Güncel merak konusu ise, Kürt muhalefetinin bu mekanizmanın ne ölçüde içine gireceği.

Çekilme yasayla mı olur, bakan garantisiyle mi tartışması bir yanda Kürt muhalefetinin, “sorunu en iyi AKP’nin çözebileceği” fikrine demir atıp atmayacağı diğer yanda. Bir kere, bu iki tartışma ve çekişme başlığı eşdeğer değil. Şu anki tartışma, yani yasa/bakan güvencesi ikilemi, AKP’nin barış getirme yeteneğinin alternatifi değil. Tersine, askeri gücün Türkiye sınırlarının dışına alınmasının her iki yöntemi, AKP’nin ve Erdoğan’ın barış için tek seçeneği temsil ettiği kabulünün altına girebilir. Kuşkusuz yol kazalarına açık bir süreçten geçiliyor. Ama bu yol, AKP’nin bir muhalefet odağına daha “en iyisi bunlar” dedirtmesine doğru gidiyor. KCK tutuklusu denen rehinelerin salıverilmesi gibi ikramiyeler veya bazı milletvekilleri hakkındaki hapis tehdidi, AKP’nin elinde güçlü kozlar.

İktidarın konumuna açıklık getiren mantığı Arınç’tan dinleyin: “Ya en sonunda başarısızlık olursa ne olacak bugünlere dönmüş olacağız, çok fazla bir kaybımız olmayacak ama bir de tutarsa... Türkiye uçacak.”

AKP “bugünler”i hep muhaliflerini terbiye etmek için kullandı. Sadece kendi becerisinden mi dersiniz?