AKP’nin Kürt hamlesi

Nerden çıktı geçen hafta, şu “Tayyipçi HDP’liler” tartışması?

Demirtaş’ın damarına basıldığı kesin de, birilerinin zaten AKP’ci oldukları için milletvekili olduğu türünden sözler, neredeyse ajanlık anlamına yorulabilir. (Nezaketimden ve o tarafı beni pek ilgilendirmediği için “neredeyse” diyorum.)

İddia bir açıdan çok vahimdir, çünkü iktidarla göğüs göğüse bir kavga verdiği düşünülen Kürt siyasetinin -yasal parti kimliği nedeniyle doğal olarak- en güçlü temsilcisi olan kurumun, düşman sızmasına uğramış olduğu söylenmiştir. En yetkili ağız bunu dile getirirken, geride iki kitle katliamı, IŞİD’e kırdırılmak istenen kasabaların dumanı, duvarları kurşun deliğinden görünmez halde ve  buzdolaplarında bebek ölüleri saklanmış kentlerin hiç dinmeyecek acısı var.

Bir de bazı sorular tabii; kim aday göstermişti bunları? Kim birkaç sağcının bulunması bizi bozmaz demişti, sosyalizm adına?

Sahi, nerden çıktı, bu uygunsuz zamanda, yani sokağa çıkma yasağı bir dalga gibi, il il, kasaba kasaba gezerken, bu Tayyipçiler tartışması?

Bana sorarsanız, bu bir ön alma denemesidir. Ancak baştan söyleyeyim, çok gecikmiştir.

Kürt sorununda “süreç” denen şeyin kesinkes bitirilmesinin olanaksız olduğunu daha önce anlatmaya çok çalıştım. Bu bir çözüm veya barış değildir ve bunları vaat etmemektedir. Öyle olsaydı, bitebilir, birileri tarafından sonlandırılabilirdi. Bu, uzun zamandır ABD tarafından belirlenen bir bölgede statükoyu değiştirme operasyonudur. Ya da, emperyalist hegemonyanın yeniden biçimlendirilmesi, diyelim.

Bu niteliği yüzünden AKP’yi de, Kürt siyasal öznelerini de, akla gelen tüm düzen içi aktörleri, mesela CHP’yi de aşan bir stratejidir.

Ancak sürecin kimler eliyle, ne tür renklerle örüleceği, tartışma, itiş kakış, diyalog, pazarlık veya kavgaya açıktır. Bu görece dar alanda AKP’nin can havliyle attığı adımların karşılık bulmadığını söyleyemeyiz. Baksanıza, tımarhane bahçesinde “kim Ruslarla kavgaya gider” diye sorulmuşçasına bizimkiler öne atlıyor! Meczup ve çaresiz olduğu için ABD-NATO ile Rusya arasındaki gerilimi patlama noktasına taşımayı bile üstlenen AKP bazı kazanımlar elde etmiş görünüyor. Neyin karşılığı tartışması başka konu. Ama Türkiye, henüz öncü rüzgârları esen büyük bir savaşın cephe coğrafyası adayları arasında öne çıkan ülkedir.

AKP’nin kazanımlarının başında, Kandil ve Diyarbakır diye kodlayabileceğimiz öznelerin güvenilmez oldukları, dolayısıyla fazla güçlenmelerine izin verilemeyeceği konusundaki tez geliyor. ABD’ye sunulmuştur ve karşılık bulmaktadır.

PYD başkadır. Hem ABD nezdinde başkadır. Hem de PYD ile PKK’nin özdeş oldukları iddiasının gerçek amacı bu ikisi arasında mesafe açmak olabilir pekâlâ.

Öcalan da başkadır veya başka olmaya davet edilmektedir. Hem Öcalan, Talabaniciliğin bayağı zemin yitirdiği günümüzde Kürt toplumunun iki temel siyasal akımından birinin, üstelik kitle desteği çok daha geniş olanının lideridir. Hem de 1999’da bir Amerikan-İsrail operasyonuyla TSK’ya teslim edildiyse, “süreç” daha o günlerden gözetildiği içindir.

Barzani geldiğinde MİT binasında Öcalan ile görüşme imkânı buldu mu? Bu konudaki dedikoduların önemi sınırlı. Ama doğrultu açık. “Süreç” Apo ve Barzani geleneklerinin yakınlaştırılmasını, diğer unsurların önemsizleştirilmesini ve baskılanmasını gerektiren bir uğrağa gelmiş bulunuyor.

“İçimizdeki AKP’ciler” alarmı çok geç kalmıştır. Şikayet edilen unsurlar, AKP’yle uyum açısından daha avantajlı duruma geldilerse, bu muhtemelen Barzanicilik ve Apoculuk konusunda da öne geçmiş olmalarından kaynaklanıyordur.

“Yeter ki barış olsun” diyenler yine çıkacak. Üzgünüm; kural, emperyalist operasyonlar dostluk değil sürtünme yaratır. Ne kadar dostluk o kadar kıvılcım! Bizim buralarda artık her kıvılcım yangın demektir.

Üstelik, belki de en büyüğü… Cephesi biz olacağız galiba, demiştim ya yukarda…