AKP’nin kullanışlı efelenmesi

Son günlerin en popüler başlığı PYD temsilcilerinin Suriye masasına oturup oturmayacakları. Ancak Ankara’nın restinin AKP’nin tabi olduğu Batı tuzağını derinleştirmekten başka bir sonuç vermeyeceği açık olmalıdır. Emperyalistlerin, Biden’ın otel muhabbetinden dışa sızan sözlerde geçtiği gibi Türkiye’yi NATO’dan çıkarmayı falan ciddi ciddi gündeme getirmeleri söz konusu değil elbette. Ama Erdoğan tipi efelenmelerin üstünü kazıyınca açığa yalvar yakar dilenme çıkar. Boykot tehdidi o kadar boş ki, gerçek manası “Ne isterseniz yaparım” oluyor. Rojava’da Amerikan üssü Türkiye’nin göreli öneminin başka bir aktörle dengelenmesidir ve buradan hareketle yaranmacılık yarışının hız kazanmasına varılır yalnızca. Emperyalizm boyun eğdirmekte dur durak bilmez. AKP’nin boyun eğişini, büyük kısmı göstermelik kahramanlık şovlarıyla örtmesini hoş görmek de oyunun kuralları arasında…

AKP’nin saplantılı ve gerekçesiz, rasyonalsiz tepkisi, ABD açısından başka bir işe daha yarıyor olmalı. PYD’yi geri dönüşsüz biçimde ittifakına dahil eden ABD’nin bu tür “Üçüncü Dünyalı” partnerlerini çeşitli dolayımlarla terbiye etmesi gayet tutarlı.

Diplomasi sürüyor ve Avrupa Parlamentosu bizde basına örneğin Leyla Zana’nın konuşmasıyla yansıyan “AB, Türkiye ve Kürtler” üstüne konferanslarının on ikincisini düzenliyor. Türk dışişlerinin terörist ilan ettiği PYD’den Salih Müslim’in yanı sıra eski PKK gerillalarına, Demirtaş’a, Çandar tipi “misyon sahibi” gazetecilere, bir o kadar misyonlu Batılı akademisyenlere, ABD yetkililerine rastlanıyor programda. Anlaşılan AB uzun süredir tasfiye edildiği Kürt denklemlerine dahil olmaya bakıyor. Ankara’nın her gün yeni açıklar verdiği bir tabloya bakıp da bu hamleyi yapmamak aptallık olurdu.

Rusya’ya hiç değinmeyelim. Bu ülkenin, hiçbir zaman yeterince güçlü olmadığı alanda artık bir Kürt kozu var. Uçağın bedelleri çok çeşitli olabiliyor…

Asıl önemlisi ve bizi ilgilendiren tarafı, AKP herkesin işine yarıyor!

Artık bütünüyle bir uluslararası gündem maddesi olan Kürt sorununda içerde de diplomasi çalışıyor. Biden’ın otel şovundan sonra bakanlık ve saray kapıları açılmaya başlandı. Tabii insanların kıyıma uğradığı çatışma sorunları bakanlığa taşınırken ve ambülansların çalışması için izin lütfedilirken, Saraya “daha büyük” gündem götürülecek. Haberlere inanacaksak Leyla Zana’nın üç maddesi var:

Bir, Öcalan’ın sağlıklı iletişim kanallarına kavuşturulması. İki, yeni anayasada Kürtlere siyasi ve idari statü tanınması. Üç, Rojava’ya karşı katı tutumdan vazgeçilmesi.

Birincisi normal; ancak Öcalan’ın devletle iletişiminin bulunmadığını düşünmek saçma olur. Mesele buradan, son örneğini geçen yılın Newrozunda gördüğümüz gibi birtakım mesajların çıkmasıdır. “Sağlıktan” kasıt bu olmalıdır. Üçüncü, başta söylediğim yaranma/terbiye dengelerine bağlıdır. Bir yerde Amerikan üssü dikilmişse senin tutumun katı olmuş kaç yazar!

İkinci madde ise çok önemli. Benim anladığım şunlar: Hukuki statü arandığında göre şimdiye kadarki özerklik ilanları bir deneme olarak bırakılmakta ve tartışma için veri alınmamaktadır. Hendek masada yoksa, bu Kürt siyaseti açısından çok ciddi bir geri adımdır. Geri adımı hareketin has bir temsilcisinin değil Barzani-Apo sentezi arayan birinin atması mantıklı.

Dahası Kürtlere anayasal statüko talebi “etnik değil coğrafi federalizm/özerklik” biçimindeki Apo tezinden farklı bir vurgu. Kürt ulusalcılığı kendi talebinin peşine düşmekle mi yetiniyor?  Sonra, Kürt siyaseti bir kez daha AKP ile Anayasa tartışmasına gireceğini ilan etmiştir, ki bu da şaşırtıcı değildir.

Bütün bunlar Bahar 2015’ten bu yana yaşanan savaş konjonktüründe bir kırılmanın işaretidir.

Eğer öyleyse, Biden aklayıcılarına, sade suya dayanışmacılara, 90’lara dönüş gürültücülerine, İkinci cumhuriyet anayasacılarına, ölülerini değersizleştirenlere, imza barışçılığına, solun “Kürt duyarlılığı” adına tasfiyesini dileyenlere… “biz demiştik” demenin ve orada kalmayıp başka bir çıkış yoluna çağrıda bulunmanın zamanı geliyor demektir.