Aday olmak

İlle “kazanmak için” aday olunacak diye bir kural yok. Propaganda için, belirli bir seçmen topluluğunu seçeneksiz bırakmamak için, ilkesel konum almak için, oylarını ölçmek için... Aday olmanın veya göstermenin türlü amacı olabilir.

Önümüzdeki seçimde üç adaydan ikisi kendi konumlarını bunlardan hangisiyle açıklıyor olabilirler, dersiniz?

İhsanoğlu'nu aday gösteren en büyük partiye ve seçmenlerine değindim daha önce. CHP'lilerin ortalama yaklaşımı “bari Erdoğan birinci turda seçilemese”den ibaret. Erdoğan'ın eski adamının seçilme olasılığını, ana muhalefet yok sayıyorsa, gerisine bakmaya gerek kalmaz.

CHP ile MHP'nin ilkeler, propaganda vb adına siyaset yaptıklarını düşünebiliyor musunuz? Bu partilerin kuşkusuz bir ideolojileri, programları var. Ancak siyasal pratikleri pragmatiktir. Pratik bir amaçları, umdukları bir yarar olması gerekir. Her siyasi partide olandan çok daha fazlası, belirleyici ölçülerde... Bu kadar gösterişsiz, iddiasız, düşük profilli bir seçim kampanyası yapıldığını gözlemledikçe, kendi payıma iddiayla söyleyebiliyorum: İhsanoğlu alan kapatmak için aday gösterilmiştir.

CHP, MHP ve diğerleri İkinci Cumhuriyet rejiminde Erdoğan'ın karşısında nasıl bir muhalefet olması gerektiğini Ekmeleddin bey üstünden göstermekte ve bu tipolojinin dışındaki muhalefet türlerine alan kapatmayı denemektedirler.

İkinci Cumhuriyette majestelerinin muhalefeti islamcı ama kravatlı, gerici ama makul olmalı. Bunu söylüyorlar. Bu, aslında yeni rejimde AKP dışında bir iktidar alternatifi görmediklerinin ilanıdır. Zira makul ve kravatlı gericilerin, Erdoğan'ın 2071'e (!) uzanan vizyonuyla rekabet şansları olmayacaktır. Aynı İhsanoğlu gibi, hayatlarında ilk kez duyuyormuş gibi, “aman Allahım, çocuk nasıl ana dilinde eğitim almıyor olabilir” türünden laflar sarfetmekle iktidara falan yürünmez.
Ve tabii bu aday tipolojisi, başka sayısız politika örneklerinde de gösterildiği gibi, CHP ile MHP'nin İkinci Cumhuriyeti bir tarihsel kaçınılmazlık saydıklarını göstermektedir.

Peki bu partiler ne yapacak?

İktidarı hedeflemeyen parti olmaz, diye kısa yoldan bir sonuca varılabilseydi, düzenin bunca yıllık stepnesi MHP'nin çoktan yitip gitmiş olması gerekirdi.
Ancak, yozlaşırlar ve ufalırlar. Kendi cenahlarından hain üstüne hain üretirler. Suları hep çırpıntılı olur. Bu yolla akil bir çizgiyi oturtmak olanaksızdır. Birer transfer merkezi olarak çalışacaklardır. Kendilerine ait tanımlı bir fonksiyonları olmayacaktır.

* * *

Selahattin Demirtaş da kazanmak için girmiyor. Herkes biliyor ki, CHP veya İhsanoğlu modeli bir biçimde çökmezse, HDP ikinci turu göremeyecek.
Pratik bir sonuç Demirtaş ilk turda kendine, ikinci turda Erdoğan'a oy toplamak için aday olmuş görünüyor. İkinci turda susabilir. Hatta Erdoğan'ı “şiddetle” eleştirebilir. Fark etmez.

Daha önce geçerken yazdım. HDP eğer soldan kuvvetli biçimde eleştiriliyor olsaydı, bu açık seçik durumun üstünü örtmek için politika üretmek zorunda hissederdi kendini. İnsanların aklına daha baştan ikinci turun gelmesini önleyecek bir aday aranırdı. Solcuyum, ilericiyim, makulüm diyen herkesi heyecanlandıracak, sosyal-demokrat ve kemalistleri bile sarsacak bir isim bulunurdu. Aransa, gerçekten de bulunurdu!

Belki de HDP, CHP'nin iddiasızlığına bakmış ve böyle bir aday gösterdiğinde ikinci tura geçmekten ürkmüştür. İkinci Cumhuriyetin Kürt reformu modelinde böyle bir kriz yok çünkü. Model bellidir: AKP yönetecek, HDP paydaş olacak... CHP-MHP muhalefet sıralarını dolduracak, sol ise HDP ile CHP arasında tercihini yapacak.

HDP model gereği iktidardan kaçıyor. Ancak Türkiye ölçeğinde iktidar perspektifi ne Kürt ulusal siyasetinde yer bulabileceği, ne de müttefik Türk solcularının iktidar perspektifiyle bir ilişkileri olduğu için, bu kaçış bir ufalma anlamına gelmeyecek.

Ama siyasette her kaçış dejenerasyona açılır.

Demirtaş “mevzuat uygun olsaydı eşaday gösterirdik” diyebilmekte, kendi adaylığını “Evren bile cumhurbaşkanı oldu” diye savunabilmekte, Haziran direnişiyle arasındaki mesafeyi kesinleştirmektedir. Tutarlıdır. Kadın başlığı siyaset ve mücadele değil bir tür kültür ve biçimcilik konusudur. Faşizm ve gericilik bir hesaplaşmanın değil, bunların karşıtı sayılan Kürt siyasetinin normalleştirilmesinin vesilesidir. Haziran, nasılsa bir çatapat pratiğine çoktan indirgenmiştir...

Elbette Kürt siyaseti bu cumhurbaşkanlığı seçiminde aday gösterecekti. Aday göstermemenin Erdoğan'ı birinci turda seçtirmek anlamına geleceği ortadadır. “Bu kadar” da olmayacağı için adaydır Demirtaş.

* * *

İki aday... Kendi oy tabanlarına hiç uymayan iki aday!

CHP tabanı İkinci Cumhuriyet kepazeliğinin kaçınılmazlığına ve muhalefette kalmaya fit olabilirdi. Cumhuriyet mitingleri ile Haziran direnişi arasında böyle bir dönem yaşandı gerçekten. Ama 2014 Ağustos'unda durum bu değil.

Kürt ulusal hareketinin tabanı, Kürt reformunu iple çekmektedir çekmesine. Ama bunun bedelinin bu kadar ağır olmasına razı mıdır? Kürt toplumunun, bir nedenle 1999'dan (Öcalan'ın yakalanması), bir başka bakış açısıyla 2003'ten (ABD'den Irak saldırısı) bu yana “her şeye razı” bir görüntü verdiği doğrudur. Ama 2014 Ağustos'unda bu açıdan bir kırılma noktasına gelinmiş olmalıdır. Kürt ortalaması Arınç'ın fetvalarına, Erdoğan'ın terör ve yolsuzluklarına boyun eğme noktasında değildir.

* * *

İyi de, biz neden bu seçimde üç aday olduğu iddiasını sorgusuz sualsiz kabul edecekmişiz?

2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan aday. Diğer ikisi Erdoğan'lı bir seçimin yapılabilmesini sağlamaya yaramaktadırlar. Hepsi budur! AKP'nin kendisinin çalıp kendisinin oynayacağı bir duruma seçim denmeyeceği için, İhsanoğlu ve Demirtaş sahne almaktadırlar.

Hepsi budur ve ortada tek aday vardır. Türkiye siyasi tarihinin gördüğü en gayrımeşru adaylığı kabul edilebilir kılmak için icat edilmiş yan araçları ciddiye almıyoruz. Gayrımeşru adaylık neyi hak ediyorsa onu yapmayı öneriyoruz. Erdoğan'a oy verip vermemeyi tartışmıyoruz.