18 Mart, hamaset, kasvet

Geçtiğimiz kısa süre içinde giderek arttı, duvarlardan üstümüze gelen hamaset. Ruhları şad olsun, minnet, bayrağı bayrak yapan kan... Duvarları gözden kaçıran varsa şimdi hemen sosyal medya gezisine çıksın.

Türkiye tuhaf ülkedir. Bütün okul çocukları dini söylemle bulaşık milliyetçiliği alaya alırlar, ama bu daha tatmin edici bir ideoloji arayışına dönüşmek yerine, yaş ilerledikçe teslim olmaya kayar. Kararlı milliyetçilik karşıtı gibi görünen liberallikse kendi davranış kalıplarını bir türlü oluşturamaz. Zira “boş ver bu işleri”ne indirgenen laubaliliğin savunulacak yanı olmuyor. Zira naif bir hümanizm, yüzeysel bir “hepimiz kardeşiz” edebiyatı en acımasız çatışma sahalarından biri olan 1915 Gelibolu resmi karşısında herhangi bir şey açıklamıyor.

Şu ana kadar bu hamasi kasveti yırtan Komünist Parti oldu. 14 Mart'ta, aklına gelen bütün gerekçeleri, tıp bayramını, açılış törenini falan üst üste koyup çıkarma yapan Erdoğan ve AKP'yi, ana caddedeki Berkin Elvan pankartı karşıladı. Geçen yıl da benzeri olmuştu... Ama bu kez devletin davranışlarından AKP'nin krizini ayırt etmek mümkün oldu.

Polis saldırıyor, zorla götürdüğü komünistleri savcı ifade bile almadan bırakıyor. Ama aynı makamdan ertesi sabah yakalama emri çıkıyor! “Yakalanan” ve tutuklanmaları talep edilen şüpheliler, tam gün protesto alanına dönen Adliye'den “18 Mart Deniz Zaferi törenlerine katılamaz” yazan bir mahkeme kararıyla ayrıldılar. Sanki AKP'nin bulamaç hamasetini dinlemeye meraklı olan varmış gibi...

18 Mart 1871 aynı zamanda Paris Komünü'nün patlak verdiği gündür. Krala bağlı ordu birlikleri, subaylarının talimatlarını reddeder ve halkın saflarına katılmaya başlar. Prusya teslimiyetçisi gericilik aynı gün başkenti tahliye etmek zorunda kalır. Ancak Paris ile Çanakkale arasındaki bağ bir takvim rastlantısıdır.

Komün'den sol çok şey çıkarttı. Çanakkale ise burjuvazi tarafından bulamaca çevrilmiştir. Bu durum değişecekse yine sol tarafından değiştirilecek. Komünist Parti'nin işgalci AKP'ye karşı dört gün önce çıkardığı ses bunun habercisi olsun. Bizim, Çanakkale'de yerini tabip yüzbaşı olarak alan Şefik Hüsnü'ye borcumuz ve Şefik Hüsnü'nün de yazmayarak bize bıraktığı bir borçtur bu aynı zamanda...

Daha önce Çanakkale Savaşı merkezli siyasal ve ideolojik yapılanmanın üç evreye ayrılabileceğini yazmıştım. İlk dönem ulus devlet inşasının yapı taşı haline getirilmek istenen evre: Militarist bir edebiyat yükselir. İkincisi Batının artık kesinkes düşman olmaktan çıkıp “uygar AB”ye dönüştüğü pür liberalizm evresidir: Naif bir hümanizm yayılır. Üçüncüsü dinselleşmedir. Evliyalar komutanların yerini alır, Çanakkale'ye cihad masalları uydurulur.

Bunların karşısına sol bir alternatif çıkartmak için gerçekleri eğip bükmek bizim işimiz olamaz. Gerçeklerin bir kısmı bizden yana zaten. Milli düşmandan bahsedenler Alman subaylarını ne yapabildiler bugüne kadar? Almanya Türk'ün kaşına gözüne mi hayrandı? Yoksa söz konusu olan emperyalist paylaşım mıydı? Türk milliyetçiliğinin Alman generallerinin etrafından dolanması, burjuva 1915 yorumlarında kapatılamayacak bir açıktır.

Öte yandan Çanakkale'de sergilenen direnişe paylaşımda rol kapmak gibi ne bir fonksiyon ne de niyet atfedebilirsiniz. Çökmekte olan Osmanlı düzeninden halkın payına düşen ülke savunmasıydı. Çanakkale, Birinci Dünya Savaşında Osmanlı ordusunun haklı tarafta olduğu nadir çatışmalardan biridir. Biz ayırt etmek durumundayız ve halk hafızası da zaten ayırt ediyor. Kuzey Afrika'daki çatışmalarla Çanakkale arasındaki fark ölü sayısı değil, Osmanlı askerinin birincide sömürgeci ikincide mazlum, haklı olmasıdır.

Liberallerin emperyalizmi aklama gayreti yüzeyden akan sudur, geçer gider. Etkisi olmuyor. Boğazı elini kolunu sallayarak geçeceğini, birkaç gün içinde İstanbul'u düşürüp ardından Karadeniz'e açılacağını varsayan emperyal gururu ve aptallığı, kara savaşındaki akıl dışı vahşeti “onlar da insan” diye unutturamazsınız.

Ama zaten solla insancıllık konusunda kim yarışabilir? Seyit Onbaşının kaldırdığı top mermisi efsane de gerçek de olabilir ama aynı kişinin hayatını hamallık yaparak tamamladığı, hangi milliyetçi hamasete eklemlenebilir?

Din savaşı palavralarıysa burjuva ideolojisinin çileden çıkmış hali. On binlerin öldüğü alanlara beton döküp Çin işi hediyelik satan barakalar kurduran, inşaat yasağını delen, yağmacı bir deli saçmasının ambalajıdır dincilik. Gerçeklikten mutlak kopuştur.

Sol, gerçekten yanadır, gerçekler de soldan...

Üstelik değindiğim üç evre aslında birbirinin içine geçerek ortaklıklarını ele vermektedirler. Türk milliyetçiliği İslamcılığı harcına fazla katmış bir milliyetçilik olmasına karşın Batıyla bozulan arasını yeniden yapmak için Çanakkale'ye hümanizm pompalamıştır. Üç akım dünyanın paylaşımı bağlamının ve saldırgan olarak emperyalizmin rolünün üstünü örtmekte tam bir anlaşma içinde olmuşlardır.

Sol, bu bütünlüğü açıklama ve eleştirme yeteneğindeki biricik akımdır. Komünist Partililer duvarlardan akan kasvetin ne kadar kof bir hamasete dayandığını göstermek için sadece bir pankart astılar. Daha yapacak çok şeyimiz var.