101. yıl için

Ekim Devriminin yüzüncü yılı doldu. Başka yerlerin yanı sıra, Devrimin kendi mekânında, Rusya’da, Sen Petersburg ve Moskova’da da yapılan törenlerle… tamamlandı.

Herkes kendi bayramını kutlar!

Böyle bir atasözü var mı, bilmiyorum. Ben duymadım. Ama olsa iyi olurmuş…

Türkiye’li komünistler olarak Ekim Devrimini nasıl kutladığımıza ve sonrasına ilişkin hatırlatmalardan ve notlardan oluşacak bu yazı…

“Sosyalizm Cumhuriyete çok yakışacak” sözü bizim kutlayışımızı temsil ediyor. Ekim Devriminin ülkesi bize sınırdaş da olsa, hepimiz enternasyonalist de olsak bizim bayramımız buralı olmalıydı. Üstelik 1917 ile 1923 somut tarihsel bağlamları içinde birbirleriyle organik ilişki içinde bulunmuş, 20. yüzyılın başındaki hesaplaşmada aynı safta yerlerini almışlardı. Türkiye’de yeni bir cumhuriyete ihtiyaç var ve yenisinin dayanıklı olabilmesinin koşulu sosyalistliğidir.

Ekim Devrimini dünyanın her yerinde kutlarız. Ama biz burada kutluyoruz ve Ekim Devrimini Türkiyelileştiriyoruz. Nostalji yapmıyoruz, zaten var olan bir uluslararası dili olduğu gibi aktarmıyoruz. Burada kutlamalarımızı yeniden kuruyoruz.

Çünkü maksadımız bir takvim yaprağıyla ilgili değil. Yüz yıldan geleceğe bir enerji çıkarmaya ihtiyacımız var. Veya böyle bir görevimiz…

İkincisi, yukarıda geçerken değindiğim tarihsel organik ilişkidir. Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyeti, Ekim Devrimi ile bağlantılıdır. Bizim emperyalizmi ülkemizden püskürtmemiz ve devrimci Rusya’nın Birinci Dünya Savaşından tek taraflı olarak çekilmesi, karşılıklı birer cephenin yükünün kalkmasıdır. İki devrim birbirini beslemiştir.

Bu iki ülke dünya üzerinde birbirlerinin yalnızlığını gidermişlerdir.

Kurtuluş Savaşına Bolşeviklerin yaptığı silah, cephane ve para yardımı yaşamsaldır.

Sonrasında Türkiye Sovyet yatırımlarına sahne olmuş, bir dizi kamu işletmesi sayesinde, bir de bizim serginin adında ifade edildiği gibi “sosyalizm Türkiye’de izini” bırakmıştır.

Yeri gelmişken; Kurtuluş Savaşında Kemalist hegemonya tesis edilirken bundan zarar gören bir akımın da komünizm olduğu bellidir. Ankara hükümeti ile aynı tarafa kendini yerleştiren genç komünist hareketin ödediği bedeli, Amerikan tabiriyle bir “dost ateşi” olarak görmeyiz biz. TKP’nin kurucu önderliğinin imha edilmesi sınıf kavgasının bir uzantısıdır. Ne kazadır ne rastlantı. Ve zaten Türk Devriminin kaderini karartan süreç, kurtuluş ve cumhuriyetin sosyalizm giysilerine bürünmemesi, başka bir sınıfsal doğrultuyu seçmesi, tam da komünistlerin trajedisinde sembolize olur. 1921 Ocak’ında Karadeniz’e komünistlerin ölüleri düşmemiştir yalnızca. Soldan kaçan bir devrim, zaman içinde kendisini inkâr edecek bir sona varacaktır.

 

Sovyetler Birliği’nde olan ise buna benzemez. Lenin’in iktidarın ele geçirilmesi sırasında, Stalin’in önce kolektivizasyon-endüstrileşme sonra da Anayurt savaşı ile sergiledikleri devrimci ve kurucu iradenin erozyona uğraması önlenemedi. Sovyet sosyalizminin ortaya çıkarttığı anıtsal eser yetmedi. Yenildiler. Yenildik.

Siyasal mücadelelerde yenilgiye mazeret aramak çok yersizdir.

Elbette yenilen yapının ne olduğuna bakacağız, öğreneceğiz, eleştireceğiz, yenilmez olanını yaratmayı amaçlayacağız.

Herkes kendi dersini öğrenir. Bir de, böyle bir söz olsun, varsın.

Bizim dersimizin başlığı kaldığımız yerden devam etmektir.

Çok basit. 21. yüzyılın can yakan sorunlarını sıralayın şöyle bir. İster çocuk bakımı deyin ister ulusal-etnik gerilimler. İster gündelik yaşamın kıvrımlarına inin, ister kürenin bütününe tepeden bakın… Çözüm ararken Sovyet deneyimine dönüp bakmanızın gerekmeyeceği, dahası o deneyimin bıraktığı noktadan devam etmenin yerinde olmadığı bir tane kritik sorun bulursanız, söylediklerime itiraz edersiniz…

Ekim Devriminin anıtsal mirası eğitimdir, hızlı sanayileşmedir, anadilde eğitimdir, kadın özgürlüğüdür, halk sağlığıdır, sanatın sıradan insanı kucaklamasıdır. Yenilgi asla buralarda değildir. Yenilgi bu anıtsal yapının inşasını mümkün kılan sosyalizmin içine yapılan kapitalist şırıngalardadır.

Merkezi planlamaya biraz piyasa aşısı yaparsanız, sosyalist toplum zehirlenir.

Halkın yönetime katılım mekanizmalarını burjuva parlamenter ölçütlerle yargılamaya kalkarsanız, o mekanizmalar çöker.

Her şeyin metalaştığı, işsizliğin kural olduğu bir kapitalist toplumsal yapıyla, istisnasız bütün temel gereksinimlerin kamusal hizmet olarak görüldüğü ve sübvanse edildiği, işsizliğinse yasak olduğu sosyalizm arasında ücretleri karşılaştırıp, sosyalist ülkeyi ücretlerin çok düşük olması nedeniyle mahkûm etmek delilik olur.

Sosyalist devrimi ne iktidarı alırken, ne sosyalizmi kurarken, ne olgun toplumun deneyimini yükseltirken sulandırmamak gerekir. Yüz yıl önce Bolşevikler sosyalist devrimciydi. İleriki yıllarda da biz sosyalist devrimcilikte ısrar edeceğiz. Bizim aldığımız ders budur.