Türkiye’nin tadı geliyor

Asaf Güven Aksel'in “Türkiye'nin tadı geliyor” başlıklı yazısı 12 Mayıs 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Bu yazı teknik nedenle teslim edildiğinde, Reyhanlı’da bombalar patlamamıştı. Sadece bir giriş ekleyebiliyorum uzatmak pahasına. İnsanlar, belki yakınlarım, akrabalarım da dahil, bir vahşetin göbeğinde şu an. Bu yazıda, son bir ayın gelişmelerine bakın demiştim. Unutun. Reyhanlı’ya bakın. Neruda’ya sormuşlardı, neden şiirlerinin leylaklardan, metafizik bürünmüş gelincikten söz etmediğini artık. Demişti ki, gelin de caddeleri görün, kan-revan... Reyhanlı kan-revan. Ve bakın işte, iktidarın tavrına, onun medyasına, o zavallı liberallerin sosyal medyadaki çırpınışlarına, iyice alçalışlarına, bakın o “mazlum halkların özgürlüğü”cülere, onun kuyrukçularına. Bakın kan-revan Reyhanlı’ya ve görün. Biri sanki bomba patlatmadı da, “maskeler aşağı!” diye bağırdı. Maskeler aşağı!

Bu yazının devamını da öyle okuyun. Sıcak savaşın eşiğindeyiz demiştim. İçindeyiz! Şimdi soL’un manşetini de okudunuz. Ve düşünün, bu tek barikatı nasıl güçlendiririz, sesimizi nasıl katarız, nasıl destek veririz. soL yazıyor ve görülüyor: Savaş bu! O yüzden, toplan borusu çalıyoruz...

* * *
Bilinen laftır, “Hitler’i övemeyen, Stalin’e küfreder” denilir. Evet, pek indirgemeci, pek kaba karşıtlık kurma üzerinden yapılan bir savunudur, kabul. Evet, Hitler sadece Hitler değildir, Stalin de Stalin, biliyoruz. Evet, bu iki figür ve temsil ettikleri de bir savaş alanında karşı karşıya gelişten ibaret değildir, malum.

Ama tarihte böyle anlar vardır. Kaba. Basit. Yazı tura gibi.
Böyle anlara, dönemeçler deriz.

John Reed’in gözlemlediği işçininki gibidir orada sorular. “Bak yoldaş, iki sınıf var. Ya onlarlasındır, ya bizlerle...” Savaş meydanlarının, devrim kalkışmalarının dönemeçleri. Kaba. Basit. Yazı tura gibi.

Özel mülkiyet sistemleriyle sosyalizm adımı arasında, bütün bir tarihsel sürece yayılmış olan “ya biri, ya diğeri” karşıtlığı, zaman zaman, uzun durgunluk dönemlerinde, bu kaba ve basit karşı karşıya gelişlerin üzerini örter, incelir teoriler, nazeninleşir saflaşmalar. An gelir, bütün karşıtlıklar bir hercümerç içinde empatilerle, sorgulamalarla, ayrıksı perspektiflerle zedelenir.

Böyle dönemlerin bilanço çıkarmak gibi yararlarından bahsetmek, temelinde bu karşıtlığın yattığı bir teçhizatlanmaya hizmet etmiyorsa, tavırsızlaşmanın, var olanı kabullenmenin, mazur görmelerin aracı olur.

Düşünme tarzlarının bir etkiyen olamayacağı nesnel saflaşmaların değişmezliğinde de, bu “incelme”ler, hangi simler üzerine serpilirse serpilsin, o işçinin kaba sorusuna bir yanıt anlamı taşır, ama fark edilemez hale gelir.

1945’te, birkaç gün sonra Reichstag’a 150. Piyade Tümeni askerlerinin kızıl bayrak dikeceği duyulsa, buna sevinenlerle karşı çıkanlar, nasıl bir değerlendirmeye tabi tutulabilirse, aynı şey 9 Mayıs 2013’te de geçerlidir tümüyle.

Aradan geçen uzun yıllar, bunun flulaşmasının aydınlar eliyle de hâkim kılınması sürecidir. Ama bitti artık.

9 Mayıs 2013’te, Reichstag’a dikilen bayrağın yıldönümünde, “ne olursa olsun, bir ülkede yabancı bayrak dalgalanması çok acı” diyen hayıflanmalara, savaşın kötülüğünden bahis açmalara, Stalin mi, o ne yaptı kilere, hayatın gerçeklerine aforizma çalımları atılıyorsa, dünyanın ve Türkiye’nin bir sadeleştirme işlemine gebe olduğu anlaşılamadığındandır.

Tarihte böyle anlar da vardır. Cemal Süreya’nın o çok sevdiğim dizesinin hükmü geçerlidir orada. “En inceldikten sonra, ilkel sözcüklerle konuşmak” zamanı gelip çatmıştır.

“İncelik”ler, yırtılan ipek sesine kulak vermek zorunda kalır böyle anlarda.

Biz buna dönemeç deriz.

Stalin, orak çekiçli bayrak, kızıl ordu, artık şimdiye kadar olageldiği gibi, birer münazara konusu, teati mezesi, felsefi jimnastik, derin edebiyat olarak yutturulamaz.

Kabalıktır dönemeçler, basitliktir. Yazı tura gibi.
Adınız ya mesela Anna Nikulina’dır artık, ya General Weidling.
Amaların, fakatların, mamafihlerin defteri dürülmüştür...

Sovyetler Birliği tek değildi ki, Amerika vardı, İngiltere vardı dediler. Tıpkı, Berlin’de çatışmanın, sırf Sovyet askerine teslim olmamak için, Amerikan, İngiliz birlikleri gelsin diye bekleyen faşist ordu generallerince sürdürülmesi gibi. Orada kaldılar.

9 Mayıs vesilesiyle tarih, yeniden biçimlendirilemez. Orada bir çatışma vardı, kazanan ve kaybeden vardı. Kazananı yeren, kaybedene empati isteyen, Trier’in “Europa” filmi izleğinden replikler aktaran, tarafsız gözlemci statüsünde pozuna bürünemez şimdiden sonra.
Bitmiştir. Bu yüzden diyoruz toz duman dağılıyor diye. Bu yüzden diyoruz, şimdi kavganın tadı çıkacak diye. Diyoruz ki, sıcak savaşın eşiğindeyiz.

Kavganın tadı geliyor, Türkiye’nin tadı geliyor diyorsak, artık çırılçıplak bir saflaşmanın kendisini sis bulutlarından sıyırıp çıkmasındandır. Bu “derin sorgu”lara dönüp bakmakla zaman israf edilmeyecek kadar kabalaşıyor çünkü bu ülke. Basitleşiyor.
Ne iktidara, ne milliyetçiliğe, ne Amerikan planları üzerine yatmaya, ne demokrasi ve özgürlükçülüğe süsler takılamaz artık. Acabalar yaratılamaz, aptallaştırmalar sökemez.

1 Mayıs’ta Kadıköy, sadece bir miting değildir demiştik. Bir ilandır bu demiştik. Neyin ilanı? İşte bunun. Türkiye’nin tadının geldiğinin. Safraların atıldığının. Amasız fakatsız, seç bakalım sorusunun.

Yıllar yılı bunları sürekli katmerlenen bir sis tabakasında, buraya enerji harcamak zorunda bırakılarak anlatmaya, göstermeye çalışan komünistlerin, şimdi daha keyifli olmalarının sebebi de budur.

ABD açık seçiktir, AKP açık seçiktir. Bütün güzel lafların, bütün “sol” söylemlerin, bütün özgürlükçü yaygaraların gelip hesaplaşacağı kerteriz açık seçiktir artık.

Bin kere söylesem bıkmam, toz duman dağılıyor! Kabalaşıyor siyaset arenası, basitleşiyor. O işçinin, hani bir dönem karşısındaki Menşeviğin değil de kendisinin komik unsur olarak gösterildiği indirgemeci işçinin günü geliyor.

Son bir ayın gelişmelerine bakın. Sadeleştirme işlemine gebe Türkiye’de, ne milliyetçiler sermayeyi gizleyebilir, ne “halk hareketleri” emperyalizmi, ne mazlum edebiyatı gericiliği, ne liberaller iktidar yandaşlığını. Tükenmiştir artık bahaneler, kitabına uydurma kıvırtmaları. Ara güçlere hayat hakkı kalmamıştır, “öyle ama böyle de”ler yerle yeksandır. Her türden eklemlenmelerle birlikte, sistem kendisini ortaya koymuştur. Sosyalistler de!

Dönemeç, safların kendisini netleştirmesidir. Kavganın tadı böyle çıkar işte... Karşımızdaki tektir, biz tekizdir! Yazı tura gibi...