Tam Aziz Nesin’lik zamanı

Oluyor iki-üç hafta kadar. Arada bir takıldığımız izbe kıraathaneye uğradım. İzbeliğini belirtmem, bizimkilerin masasında oturan tanımadığım şahsın, giyiminden oturuşuna ortama tezat halinden. Geçip gidecekken, zırhlı arabasının önünü tezahüratla kesen ayaktakımının bir çayını içme alicenaplığında bulunmuş gibi duruyor. Ve o anlatıyor, masa gülüyor...

Hem gidişinden sonraki açıklamalarla, hem dinlediğim kadarıyla hikâyesini özetleyeyim. Siyasetle ilgisi, “demokrasi olsun, ama ekonomi de bozulmasın”dan ibaret. Orta çapta bir işletmenin sahibi. Çoluk çocuk rahat bir yaşam sürüyorlar. Hallice bir burjuva dense yeridir.

Derken, bir gece yarısı, kapısı çalınıyor. Polis, “bizimle geliyorsun” diyor. Bütün sorularına “bilirsin sen ne olduğunu, bilirsin” yanıtı ala ala gidiyor. İki gün hiçbir açıklama alamadan bir köşeye atıldığı Emniyet’teki sorgusu sırasında anlaşılıyor ki, şahıs da değil, şirket adı karışıklığından orada. Gözaltısı kayıtlara geçtiğinden, dava kapsamına alınışına bir kulp bulmak için, kendisini, “karıştırıldığı” davanın bilirkişisi yapılmış buluyor. Bu “mevki”, haber duyulduğu anda sarsılan piyasa itibarını kurtaramadığı gibi, davalı olan mafyaya karşı bilirkişilik yapmışlığı sebebiyle de başı derde giriyor. Reklam filmi gibi hayata veda ediyor...

Ortada trajik bir yıkılış öyküsü varken, kendisi dahil bütün masadan kahkahalar yükselmesinin nasıl mümkün olduğunu, hikâyesini bağladığı deyim açıklayabilir: Tam Aziz Nesin’lik yahu! deyiverdi ellerini birbirine vurarak.

Tam Aziz Nesin’lik!

Farkında değildi sanırım, oysa biraz gayretle kendisinden bir Josef K. da çıkarabilir, durumu “Kafkaesk” olarak tanımlayabilirdi. Ama Aziz Nesin’i biliyordu o, en azından yerleşik bir deyim olarak.

Her biri edebiyat yapıtlarına kaynak oluşturacak şeylerle öyle sıradan, öyle herkesin aile kütüğüne geçmiş, öyle hemhal olunmuş bir ilişki kurulmuştu ki bu ülkede, kıraathanede, dolmuşta, otobüste, meyhanede biraz kulak kabartılsa, muhabbet arasında geçip gidenleri not almaktan Milena’ya mektup yazılamazdı. Ve Josef K.’nın öyküsündeki “enteresanlık”, gündelik hayatına devam etmesine izin verilmesiyken, bu ülkedeki “enteresanlık”, gündelik hayata devam edilebilmesiydi. Tam Aziz Nesin’lik.

Kafka’da bir karabasan atmosferi kurgulanarak yansıtılsa da sistem, Aziz Nesin, bunlardaki gizil kahkahayı çıkarabilmeyi işlemişti bu toplumun genlerine. Korkuyu tuhaflaştırmayı. Sezdirmenin gözüne parmak sokmayı. Alegoriyi doğurulduğuna pişman etmeyi. Bunaltıyı maskaralığa çevirmeyi. Bu yüzden, distopyadan tragedyaya ne varsa, “güleriz ağlanacak halimize”nin diline çevrilebiliyordu kolayca. “Absürd”, bu dile “çok matrak di mi” olarak aktarıldığı anda, kendilerini bire bir gördükleri boy aynasında, “ti”ye alınacak bir sistemde öğütüldükleri anlatılıyordu insanlara. Sen küçülürsen o büyür.

Asıllarla suretler, iç içe aynalarda birbirlerinin yerini alarak, birbirlerini besleyerek duruyordu orada. Kendi gerçeğini bulmak isteyenin kırması gereken illüzyonu açıkça gösteriyordu Aziz Nesin ve kırılamadıkça, güldüren aynalardaki görüntüyü oluşturmaları paradoksu, tam Aziz Nesin’likti.

Karabasana, irkilerek uyanmanın karşı koyuşu.

“Gözyaşlarından süzdüğüm bir avuç kahkaha”, ya da “ben aslında yazdıklarıma ağlansın istedim” gibi. Tam Aziz Nesin’lik.

Olanlar öyleydi ki, olması muhtemeller sınırsızlaşıyor, bu yüzden mübalağa sanatsal doz olmaktan çıkıyor, yazıyor, yazıyordu. Bu bolluğa “düşman başına” demek, tam Aziz Nesin’likti.

Kuşkusuz, ustanın 100’üncü doğum günü nedeniyle, bu deyimi çok duyacağız, çok üzerinde durulacak, yazılacak, işlenecek. Ve birçok açıdan da tam yerini bulacak. Birçok açıdan.

Bunlardan biri, kuşatıldığımız atmosferdir, sosyal ve politik iklimdir, gündelik hercümerçtir. Ölümünün 20’nci yılındayız Aziz Nesin’in. O zamana kadar olan bütün serencamımızı, sebebiyle sonucuyla, boyunu aşan (“boyu kısaydı, ondan”) kitaplarıyla öyküleştirmiş, yaşamıyla anlatmıştı.

Yoksun kaldığımız 20 yılda yaşadıklarımız, son 13 yıl hele, iki yıl öncesi, ne diyorum, şu geçen birkaç ay, bu 20 yıllık boşluğu nasıl da vurdu yüzümüze değil mi?

“66’ncı sone”nin kesmeyeceği, “Dava”nın ürkeceği günlerden geçerken, bir insan yıkımı, bir gerici tahakküm, bir sermaye yağması alıp başını giderken, “kötülüklerin büsbütün egemen olduğu namussuz bir çağ”da, şu yaşadığımız kısacık dilimde, şu coğrafyada, şu ülkede olan biten ne varsa, edebiyatın bütün kelimeleriyle, siyasetin bütün kavramlarıyla, sosyolojinin bütün çıkarımlarıyla tam Aziz Nesin’liktir.

Tam Aziz Nesin’liktir Gregor Samsa’ların salgıları onları ezen bir çalı süpürgesine bulaşırken, “umut insanda” diyen bir ses ihtiyacı. Kandan ve irinden süzmek bir direngen tebessümü, Aziz Nesin’e muhtaçtır. Haziran’da mizah bir Aziz Nesin tamlayıcısı bulamadığından buruk kaldı. Ancak öyle bir kalem üstlenebilirdi vakanüvisliğini bu yılların, rasyonellliği el yordamıyla arayanlara, groteski seyre dalanlara bir takip ışığı olabilirdi.

Öyle bir kalem dediğiniz, öyle bir bakıştır, öyle bir duruştur. Öyle bir vakanüvis dediğiniz, yaşananları kaydetmekle yetinmeyen, onlara etkiyen, dönüştürmek isteyen, ipliğini pazara çıkaran anlatıcıdır. Safa girendir. Yoktu 20 yıldır Aziz Nesin.

Ama 100 yıldır var. Tam Aziz Nesin’lik deyiminin içerdiği değişik açılardan en önemlisi belki de budur. Aydın dediğimizde dönüp bakacağımız isimlerden birinin 100’üncü doğum gününü kutlamanın coşkusuna, hissedilir bir eksilme kekreliğinin karışması. 20 Aralık 2015, bir çağrı, bir silkinme ânı olsun istiyorsak, bundandır.

Başka bir yazar söyleyin, tanıyan tanımayan halkın, yaşadıklarını ifade etmekte adını kullandıkları bir deyime dönüşmüş olsun. Öyle et tırnak gibi yaşasın her karış toprağındaki insanla, insanı anlatsın bütün insan oluşuyla. Nesiller boyu.

Yazacak bir şey bulamamayı dilesin ama hep yazmak zorunda kalmayı lanetli bir görev gibi üstlensin.

Hapisine, sürgününe, ölüm tehdidine bile sevdalansın ülkesinin, “uğruna cefalara katlandığı halkını uyandırmak” için, çoğu kez öfkeden kudurasıya didinsin, ama hep borçlu hissetsin kendini gene de.

Güldürsün göz yaşartasıya, bal süzsün acılardan; kahkahalar atılsın, bir badem ağacı için için yanarken. Feda olsun bir gülüşe.

Gericiliğe, üzerine yürüyen güruhlar kelime-i şahadet getirmesini isterken bile meydan okusun. Din bezirgânlarına karşı kale gibi dursun.

Korksun elbet, çok korksun, ama öyle sağlam dursun ki, öyle sinmesin ki, öyle kaçmasın ki, öyle vazgeçmesin ki, korkusuz denilsin, gözü kara deliye sayılsın.

Sermaye sınıfının bütün rezilliklerini saçsın ortalığa, bağımsızlığı kaleminde somutlaştırsın. Her renkten iktidar, halka her kötülüğünde, onu bulsun karşısında. Para, koltuk, teklif dahi edilemesin.

Öyle ünlü olsun, öyle tanınsın ki bütün cihanda, öyle bilinsin ki, yer sofrasında kırıntı ziyan etmeyişi şaşırtmasın.

Yakılmak istendiği kentin bulutuna şiir yazsın be. Ama, gericiliğin aydın katliamına müsebbip olarak kendisini gösteren bulutsu aydıncıklara acıyarak bakmaya bile tenezzül etmesin.

Aç kalsın, açıkta kalsın, ekmek parası derdi düşmesin yakasından, o emeğini ülkesine, çocuklara bir gelecek uğruna harcasın, bütün yoksunlukları çocuklara kalmayasıya kendi çeksin.

Yeri geldiğinde, ölümü bile kalleşlikten kurtarmak istesin, dersini versin.

Boyun eğdirilemesin, diz çöktürülemesin bir ömür. Ayakta, hep ayakta görsün bakanlar.

Kimse ona hayaller kurduramasın mesela, bir emekçi iktidarından başka şeye kulak asmasın, gözü boyanamasın. İşçi sınıfı desin de başka bir şey demesin.

Sonra, vasiyeti mezarsızlık olsun, üzerinde çocukların koştuğu belirsiz bir toprak altında silinsin istesin ismi, cismi...

Bunlar tam Aziz Nesin’liktir. Tam aradığımızdır.

Nâzım Hikmet Kültür Merkezi, ustanın 100’üncü yaşını 20 Aralık’ta kutlama etkinliğine “Aziz Nesin Olunmalı” başlığını koydu. Çığlık gibi. Bir ihtiyacın varlığına ve karşılanmasının zorunluluğuna, bunun yaşamsal önemine vurgu gibi. Aydınlara, aydın adaylarına, Aziz Nesin gibi olma, öyle durma çağrısı. Acil! Yaşamsal önemde, evet.

Josef K., infaz aşamasında, karşı binada bir pencere açıldığını ve belli belirsiz, ince bir insanın kollarını ona doğru uzatabildiği kadar uzattığını görür, kalbine bıçak saplanırken.

Aziz Nesin, kurgusal belirsizliğin, bulanık bir umudun yaşayan netliği, apaçık dövüşçüsüdür. Bir bıçağın saplanmasını durduracak, kabzasını eline alacak kolun uzanmasıdır. O kolları bir örgütlülük gücüyle tamamlayarak uzatmak, uzanamayacağı yer bırakmamak. Budur yaşamsal önemdeki aydın ihtiyacı bugün. Ya Aziz Nesin olunacak, ya o bıçak kanırtılacak...