Size mi kaldı solun tarihi?

Asaf Güven Aksel'in "Size mi kaldı solun tarihi?" başlıklı yazısı 10 Mart 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Murat Belge çok eleştirmişti, solun genel anlayışını yansıttığını söylediği, 1977 1 Mayıs’ını sembolize eder olmuş dev pankarttaki koca pazulu, küçük kafalı işçi desenini. O kafa o zinciri kıramazdı, sadece kol gücüyle...

O yıllarda, bu eksiği gidermenin, işçinin değilse de, solun “kafasını da genişletici” bir işlev üstlenmenin ifadesi olarak görülmüştü bu “entellektüel itiraz”, “Birikim” dergisinin misyonu çerçevesinde.

“Kafa emeği”nin “kol emeği”ne yön verirliği bir vakıaydı, ama, dönemin solcu militanları sınıfı küçük kafalı görüyorsa, onları bu bakıştan vazgeçirecek oranda kafalarını büyütmekle başlanmalıydı işe.

Bu “görev edinme”nin izini, bugünlerde ayan beyan hale gelmiş sefalete kadar sürmek mümkün. Belge, bu görsel ifadeyi, hayli uzun bir yol dolandırma sonrasında, lafzen eleştirip fiilen onaylamakla kalmadı, o küçük kafalıların kol gücünün de bir hiç olduğuyla tamamladı. Sınıfı unutturdu, yapacağı devrime gülüp geçti, kafası büyük burjuvaziyle kafa dengi olduğunu ilan etti.

Tarihe her türlü iradi müdahalenin, Jakobenizmin amansız düşmanı kesildi, kolunun kafasının çapını hiç umursamaksızın, “halka rağmen halk için” uğraşmanın ne kadar kötü sonuçlar doğuracağını bütün bir devrimler tarihiyle örnekledi.

Murat Belge değil konumuz. Bir ekol olarak, bütün bir tarihi, bağımsızlık filan gibi ilkel kavramlara takılıp kalmış, emperyalizmden söz etmiş, milliyetçi, darbecilerin oyuncağı, kemalizmle malul ve bugün AKP’nin devrim niteliğinde bir dönüşümü gerçekleştirdiğini anlayamayan küçük kafalı solla yollarını ayırdığını ilan etmiş, Laçiner alıklığıyla “faşizan” bir tarihe gömmüş “Birikim”den, İletişim’den bahsediyoruz.

Tek bir kez, elde kova kostik fırça afişe çıkmamış “kafa ve mezhep genişletici”lerden.

Şimdi yayınevlerinin kuruluşunun 30’uncu yılıymış da hani, “Afişe Çıkmak” kitabı ve sergisiyle bunu “kutlayan”lardan.

O afişler, o dergi kapakları, koca pazulu küçük kafalı işçi resmedenlerin tarihiymiş, emperyalizmle dövüşenlerin tarihiymiş, elde bayrak taşıyanların tarihiymiş baktığınız zaman. Sınıf diyenler, devrim diyenler bir tarih yazmamış, bir tarih yapmış. O yapılan tarihi nasıl gördükleri belli olanlar, o tarihi kendi kutlamalarında ne yüzle kullanıyor diye soran olmamış.

“Yürüyüş” dergisi kapaklarını ve künyelerini vermişler de, o derginin olmazsa olmazı Yalçın Küçük nasıl unutulmuş dememiş.

Bir reklamcı, “tanık olduğu” çalışmaları derlemiş de, solun tarihi bunların kasasını ve “itibarı”nı zenginleştirmenin aracı olmuş, çıt yok...

Sabah akşam küfür edilen bir tarihi sahiplenmek, nasıl bir yüzsüzlüktür anlaşılamadığı için mi tüküren olmamış?

Ne afişe çıkmışlar, ne o afişte söylenenlerle bir ortaklıkları kalmış.

“Solun görsel serüveni”ymiş! 1 Mayıs 1977’de, ya “solun birbirini vurduğu”nu ya da “koca pazulu işçi pankartı”nı görenler için, o serüven, evet desendir, grafiktir, tipografidir, kaligrafidir...

O “görsel” duvara çıksın, sözümüzü iletsin diye ölenleri, “aldatılmış ilkel”likle “milliyetçi darbecilik”le yad edenlerin elinde ticari metaya dönüştürenlerin arsızlığına mı kızmalı, nostalji turları düzenleyip sergide “hey gidi” çekenlere mi öfkelenmeli, reklamcısından yayıncısına, “size mi kaldı lan bu” yanıtı vermeyenleri mi eleştirmeli...

Oya Baydar, Melek Ulagay’la birlikte “sohbetledikleri” kitapları “Bir Dönem İki Kadın –Birbirimizin Aynasında”nın bir yerinde, Ocak 1971’de ilk sayısı çıkan, 12 Mart darbesine kadar dört sayı yayınlanabilen dergilerini anlatırken diyor ki:

“İlk sayının başyazısı ‘Devrim Nedir?’di. Murat Belge’ye verilmişti konu. Benim Ankara’da Paris Caddesi’ndeki evde toplanmıştık. Şu kötü hafızamla hatırlıyorum Murat masanın başına oturmuş hazırladığı yazıyı okumaya çalışıyor. O sıralarda İngiltere’den dönmüş, Yeni Sol çizgisini tanımış, Althusser’i, Balibar’ı öğrenmiş. Murat, Marksizme, özellikle de Sovyet komünizmine ve sosyalist sisteme, hepimizin arasında en geniş perspektiften ve dogmatizmden uzak bakabilendi. Murat’ın 80 sonrası çizgisi, diyebilirim ki bir sorgulama ve iç tartışma olarak daha 70’te başlamıştı.”

Tartışmalar nedeniyle bir türlü tamamlanamıyormuş okuma. “… çocukcağız yazısının ilk cümlesini okumaya başlıyor: ‘Devrim bir üretim biçiminden bir üst biçime…’ diye. Bırakan mı var bitirsin!”

İngiltere’den “yeni sol”la tanışıp “ufku açılmış” olarak dönen Murat Belge, Paris Caddesi’nde “Devrim nedir?”i yazıyor.

“Bir üretim biçiminden, bir üst üretim biçimine...” İşte budur oralarda devrim...

“Hayır öyle değildir, bir sınıfın bir başka sınıfı devirdiği, üretimi bölüşümle ele alan bir şeydir” diyenler, bu tarih yağmalanmasına sessiz kalabilir mi?