Siyaset niyetleri umursar mı?

Bugün liberalizmin en açık ve çirkin haliyle de siyaset sahnesinde temsil edilmekte oluşu, kendisini onlarla kıyaslayarak liberalizme karşı şerbetli olunduğunu zannettirmesin kimseye.

“Her arayışın altında liberalizm bulmak” elbet sağlıklı değildir.

Ama, Türkiye solunun 70’lerden bugüne, özellikle 12 Eylül’ün yarattığı “demokrasi ve özgürlük” tutkusunda, liberalizmin hangi kisveler altında iğne deliğinden sızdığını öğrendiği mücadele deneyimi de yabana atılmasın, geçmişi özet makalelerden öğrenenlerce.

Saysanız, “ben artık vazgeçtim devrimden, sosyalizmden, dünyanın değişebileceği inadından” diyerek yola çıkan ve düzene eklemlenme siyaseti ürettiğini söyleyen kaç liberal bulursunuz?

Türkiye solunu iğdiş eden liberal dalgada, solun önüne sürülen genel gerekçe, “değişen koşullara uygun siyaset, kitleselleşmenin önünde engel olan tutuculuklardan arınma, alan açıcı taktiklerin uyarlanabileceği esnekliği gösterme, geniş cephecilikle atılacak öncelikli adımları hesaplama” gibi, makul, mantıklı, kolay itiraz edilemez öncüllerdir. İlan edilen amaç, sosyalizmin ve sosyalistlerin tıkanıklığını aşmak, kitlelerle buluşmasını sağlamak, siyasete ağırlık koymak, geçmiş ve alışıldık olanı aşmaktır. Özellikle sosyalizmin ilk dalgasının geri çekildiği koşullarda, “nerede yanlış yapıldığının derinlemesine aranışı”yla koşut gelişir bu.

Savrulmalarla gerekçelerin flulaşmasına varış, her koşul altında sınıf siyasetini gözetecek omurganın deforme olmaya başlamasıyla yaşanır. Bu, niyet okumalarla değil, var olanın birkaç adım sonrasına genel bakışla ve anlık üretilen siyasetlerin genel saflaşmaya etkisinin sorgulanmasıyla kavranabilir. Deformasyon, yemi yutanların öznel niyetlerinden azade, “arayış atmosferi”nin yönlendirmeleriyle başlar.

Bu atmosfer, yenilgiyi izleyen yoğun baskı dönemi de olabilir, halk hareketinin yükselişe geçtiği izlenimi uyandıran kitlesel itirazlar dönemi de. Sonuçta, “her şeyi gözden geçirme”nin nesnel şartları için gerekçe vardır. Ya yenilmiştir arayışçılar, ya kazanabilecekken tutuk davranmış, kitle hareketini yönlendirememiştir. “Yeni bir şey” lazımdır.

“Yeni bir şey”, kırk yıllık sakızın yeniden çiğnenmesidir.

Bunlar bugüne bir çağrıştırma zorlaması değil, düpedüz yaşanmış tarihtir.

“Amacımız belli, bize bir şey olmaz”cılık, çoğu kez hüsranla sonuçlanır, amaç ertelenir bir şeye dönüşüverir.

“Ufuk açıcı siyaset” temrini, gözünü verili anın mantıksal çıkarımlarına dikerken ve buna göre siyasal mevzilenmeye yerleşirken, sosyalistlerin temel tezlerinde erozyona da yol açar sıklıkla ve ufuk iyice daralır.

“Siyasetin teoriyi yemesi”, taktik evrelerde, güçsüzlüğün getirdiği omurga çökmesinin sonucudur. Mantığın, anlık siyasette “elde edilebilirler”e yönlendirmesi, “ideolojinin amaçları” gibi görülmeye başlanan programatik yapıda içkin sosyal zorunlulukların üzerinden atlayarak ertelenmesinden başlayıp, gereksizleşmesine uzanan bir hat çizilmesi riski taşır.

Taktiğin stratejiyi, siyasetin ideolojiyi, mantığın ideali silmeye başladığı bir diz çöküş süreci ağır ağır yaşanır.

Bunlar, “devrim”e bir adım yaklaşma sanısıyla, eskiyi aşan cesur hamleler iddiasıyla, büyük siyaset alanına çıkma hevesiyle, kitleselleşme arzusuyla, demokrasi özlemiyle, yani bir dizi “makul ve sosyalist siyasete içkin” niyetle gelir... Üretildiği merkezlerden azade, sosyalistlerin keşfi gibi durur.

Ama siyaset ve ideolojik duruş, niyetlere göre gemlenemez. Kendi nesnel kurallarıyla devinir.

Bir “taktik hamle”, stratejiyi boşa düşürene kadar genişleyebilir, belirleyici hal alabilir...

* * *

Örneğin, 7 Haziran’ın “Tayyip’i geriletmek” taktiğinin HDP’ye oy çağrısıyla uygulanması, nerede durulacağı belirsiz bir siyasal hatta dönüşebilir. Bu HDP’yi güçlendirme çağrısının kullanım değeri, hangi koşulda son bulabilir ve sosyalist hattın HDP ile örtüşmeyen sınıfsal mevzisine hangi noktada dönülebilir?  

Bunun yanıtı, 7 Haziran’daki ürkek ve bol teminatlı taktiğin, 1 Kasım’da açık ve fütursuz çağrıya dönüşmesinden çıkarılabilir.

“Eleştirel bakışı terk etmeyerek, ayrı hatlar olduğumuzu bilerek, sosyalist siyasetin bağımsızlığını koruyarak” türü girişlerle, bir tür sıçrama tahtası kabul edilen ve ettirilen HDP için oy çağrısı, şu aşamalardan geçmektedir:

-Bu bir taktik, yoksa HDP ile ortak stratejimiz elbette yok.

-HDP’nin siyasal ve toplumsal rolünün farkındayız, ama taktik olarak bunları dillendirmiyoruz şu konjonktürde. Aslolan diktatöre darbedir.

-Sosyalistlerin toplumsallaşamadığı koşullarda, HDP ile düzende gedik açılabilecekse, HDP eleştirisine ağırlık vermek, doğacak olanakları reddetmek kadar, düzenin de yanında yer almaktır.

-Neden hep HDP’nin olumsuz yönlerine bakılıyor ki, bakın şu şu şu unsurları da barındırıyor.

-Bindeler hanesindeki siyasal hareketler, halktan kabul görmüş ve sola yakın bir siyaseti eleştirse kaç yazar?

-HDP için şu eleştiriler getiriliyor, tamam biz de görüyoruz, ama şu da var ki...

-HDP sosyalist değil, ama sosyalizme alan açacak gelişmelerin tek anahtarı...

Bunlar sürer gider. Sonuçta, HDP’nin düzende gedik açacak bir koçbaşı olduğu, o koçbaşını da sosyalistlerin yönlendirip istediği noktaya vurdurduğu yanılsaması başlar. HDP bizi kullanmıyor, biz HDP’yi kullanıyoruz!

Gelinen noktada, bir taktiği savunmak, sınıf yerine halk ve halklar demeyi, HDP’nin tek yol açıcı olduğunu ifade etmeye başlamayı, HDP’nin ortak mücadele için en elvirişli zemini sunduğunu dile getirmeyi, sosyalizmin zamansızlığı “akılcılığı”nı kaçınılmaz kılan noktaya varır.

Sonrasında, düzendeki gedik iyice açılıp sosyalistler gül bahçesine girer gibi yeni bir düzene girene kadar, artık HDP savunusundan kurtuluş yoktur.

NATO’dan çıkmayabilir, hatta göreve çağırabilir, ABD’nin bölge stratejisinde yer alabilir, piyasacılığı savunabilir, sermayeyle el sıkışabilir, dini siyasal enstrüman olarak kullanmanın ötesinde ideolojik olarak sahiplenebilir, laiklikten hiç bahsetmeyebilir, işçi hareketine mesafeli durabilir, eğitimden sağlığa kamusal bir tedbir önermeyebilir, yıkılan Cumhuriyet’in mezar kazıcılarından olabilir, bu uğurda gericilikle ağız birliği edebilir, geriletileceği söylenen gücü kişisel alana daraltıp AKP ile pazarlık yürütebilir, halk hareketinde darbecilik lekesi görebilir... Sayın dahasını...

Bunlar, “eleştiri” noktaları olarak durmaktadır sorarsanız, elhak. Lâkin, bunlara oy istenmesi de bir olgudur artık. Gün gelecek, biz aslında bunların hepsine karşı sosyalist bir programa sahibiz demek, böyle bir arzu kalmışsa bile, beyhudedir. O program, karşıtını savunduğunuz an, teslim edilmiştir.

Sistem içinde, sistemi aşmayan ama acil sorunların, örneğin faşizmin geriletilmesi için verilecek mevzi mücadeleler, bu minvalde oluşacak cepheler, ittifaklar olmayacak mı? HDP, liberalizme tescillenebilir bir hareket midir ki, seçim desteği böyle görülsün? Bu sorulara bir de “ezilen ulus” sempatisi ekleyin. “Aranan” bulunmuştur.

Sosyalistlerin gücü devrime, oy oranı Erdoğan’ı geriletmeye yetmediği için, umut “hiç değilse şu aşamada” HDP’dir.

Sosyalistlerin toplumsallaşması kısa vadede pek mümkün görünmediğinden, ya HDP desteği devam edecek, ya da zıvanadan çıkıldığı görülerek şaşılacaktır ama geç kalınmıştır, manevra alanı daralmıştır.

Çok sık dile getiriliyor, ittifak, eşit güçler arasında kurulan bir şeydir, solun HDP ile ilişkisi, eklemlenme ve destekçiliktir diye. Doğru. Ama, mesele zaten eşit olunmaması, HDP çağrılarına bunun kabulünün eşlik etmesidir.

Siyasete müdahale edebilecek gücün yanına ilişerek, kendisini o müdahalenin bir parçası hissetme psikolojisidir. “Biz yaptık” diyebilme, başarı paylaşma boş inancıdır. “Tayyip’e karşı etkili siyaset”in bir parçası olarak halk bizi de sayacak beklentisidir. Bu ilişmeyle, HDP’ye oy verenler nezdinde kendi seslerini de duyurabilecekleri ve ilişmeden güç çıkaracakları hayalidir. HDP’nin açmazları ve sistem içiliği görülünce, sorunların devrimle çözüleceği bilinci gelişecektir el kavuşturmasıdır. Bunlar, güvensizlik ve umutsuzluk kaynaklı avuntulardır... Liberalizmin “demokrasi ve özgürlük mücadelesinde buluşma, güçleri birleştirme” sokuşturmasının sahne alışıdır.

Seçim yüzdelerinin belirleyiciliği, evet burjuva parlamento çerçevesinde ve bugünün koşullarında geçerlidir. Ama her şey bu mudur? Her seçim döneminde aritmetiğe dönülüp bakılacaksa, şimdiye kadar hep olduğu ve bunun sosyalist hareketin büyümesinin önündeki engellerden biri olarak dikildiği gerçeği orta yerde dururken, o çok sözü edilen “sosyalist hat”, hangi aşamada alternatif olacaktır? Kendi iddiasını nasıl gündemde tutacaktır? Sınıf, nasıl kimliğe galebe çalacaktır?

HDP’nin “eleştirisi”nde yer alan unsurlar, “sosyalist olmayan” bir programın ifadesi değildir yalnızca. Bunlar, antisosyalizmdir, devrimlerin gereksizliğidir, kapitalizmin ıslah edilebilirliğidir, emperyalizmin sakıncasızlığıdır.

Yetmez ama evet’in bütün tayfası, Erdoğan’ın demokrasisiyle şişinenlerin alayı, “eski sistemin askerî ve bürokratik mekanizması”yla hesaplaşıldığı kumkumaları, inananlara baskıyı bertaraf eden kahramanlar, şimdi bunların da temelinde duran kimlikçiliğin, sözde özgürlükçülüğün, demokrasiciliğin ifadesini HDP’de bulmaya başlamış, onun neferlerine dönüşmüşse, bunda çok ibret vardır. Birlikte yücelttiklerini birlikte devireceklerini ileri sürmekte ve solu da buna ikna etmektedirler.

Bu koşullarda, büyük burjuvaziden medya tekellerine “Erdoğansızlaşarak normalleşme, sivrilikleri törpüleyerek toplumsal uzlaşmaya ulaşma” desteği de uyarıcı olmamaktadır.

Yola girilmiştir çünkü. Çok devrimci taktik, gelmiş, düzen sahipleriyle birlikte, koalisyon aritmetiğine soyunmuştur 7 Haziran’da.

7 Haziran’da ‘A’ diyen, 1 Kasım’da ‘B’yi de diyecektir. Siyasetin savunusunu teorik temellere uydurmak için diller şişecek, laflar dolandırılacaktır.

Liberalizm, “ne yani, Lenin de vaktiyle...”den, “kemikleşmiş Leninizmden kurtulmaya” doğru seğirtmeye başlamaktır solda.

Bütün bunlar, müneccimlik midir?

HDP destekçisi sosyalistler sanki bunları bilmiyorlar mıdır?

Biliyorlardır elbet. Bakın, “ne restorasyonu, ne üst akılı, ne emperyalizmin muktedirliği, ne dizaynı” tezleri dolanıyor ortalıkta. Bu, bilgidir. Tarihsel bilgidir. 1970’lerin Birikim’inden beri sindirilmiş bilgidir. Bu, düzenin korunarak ıslahı projesinin bilgisidir.

Siyaset, biraz da tarih tecrübesidir.

1970’lerden bu yana, çok çeşitli dönemeçlerde, çok çeşitli biçimlerde tekrar tekrar yaşanmıştır şimdi olan biten. Bugün gölgesi kendisinden çok büyük liberalizmin sola bu denli sirayeti, hep “masum darbeler”e göğsünü devrimci duygularla açan ve artık yenilmekten, azınlıkta kalmaktan sıkılmış, bir kere de başarılı safta kalmayı özlemiş ideolojik yorgunları teslim almasıyla mümkün olmuştur.

Yeniyi aramak, taktikler geliştirmek, büyük siyaset...

Öncüllerin doğru olduğunu varsaymak bile, omurga çatırdamışsa, bir labirentte yol kaybını önleyemez...

Bugün yeni, gerçekçi, biricik alternatif ve büyük siyaset, kapitalizmin bütün türevlerinin karşısına, sınıfı, sosyalizmi koymaktır.  Programını, iddiasını yükseltmektir. Gerisi, çoktan eskimiştir, bilindiktir, vazgeçiştir...