Örgüt yoksa kahraman yoktur

Dünkü köşesinde, ABD Hava Kuvvetleri’nde eğitim alırken NSA için casus olarak çalışmaya başlayan ve Karamürsel radar üssüne görevli gönderilen, oradan Vietnam’a geçen Perry Fellwock’un öyküsünü yazmıştı Yiğit Günay. Ülkesinin pisliklerini açıkça görmüş, ifşa etmekten geri duramamıştı Fellwock. Ama hiçbir şeyi değiştirmeye gücü yetmemişti ve şimdi antikacılık yapıyordu. Yiğit, yazısını, ne yaparsanız yapın, politik olarak örgütlenmezseniz, sonunda antikacı olursunuz mesajıyla bitiriyordu.

Daha yazısının başlığını okuduğumda, aklıma Filiz Tomurcuk Kansu geldi yine. Sosyete antikacısı. Kürt İdris lakaplı İdris Özbir’in oğlu olan beşinci eşi Doğan Özbir’den ayrıldığında, milyonluk Salvador Dali tablosunu geri istemişti. Âsi bir kadın olduğunu söylüyor, erkeklere tecavüz ettiğini, ama namuslarını kurtarmak için de nikâhına aldığını filan anlatıyordu.

Paranın ve kirli ilişkilerin kepaze lüksü içinde yaşayıp giden bu kadının, kendisini bu “mertebe”ye getiren süslerinden en önemlisi, 20 Kasım 1978’de devrimciler tarafından “kaçırılan” Suadiye Vapuru eylemcilerinden olduğu hikâyesini anlatmasıydı.

Eylemcilerden, ben dahil kendisini hatırlayan çıkmadıysa da, bunun önemi yok. Hayatı için seçtiği, militanlıktan sosyeteye geçiş öyküsü, parlatılması için yeterli olmuştu. Para ve mafya, magazin basınının yardakçılığında, bir dönüşü ödüllendirmişti âdet olduğu üzre.

Alçalmanın doruğuna, benim güzel kardeşim Ayhan Hınçal’ın faşist bir kurşunla hayatını kaybetmesinden önce, gazetedeki eylemciler arasında görüldüğü foto yüzünden babasından sıkı bir sopa yediği “vapur kaçırma” hikâyesiyle çıkmıştı bu sosyete antikacısı.

Ayhan’ın daha 16 yaşında bir çocukken öldürülmesine “hak etmiş, bak neler yapmış” diyenler, sosyete antikacısı olmaya karar vereni yüceltmişlerdi.

Fellwock’un bugün de işçi sınıfı iktidarına inandığını, emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadele etmek gerektiğini söylediğini, gençlere sol dergileri okumalarını ve örgütlenmelerini önerdiğini biliyoruz. Kendisini bunları yapamayacak hissetmesi ve kabuğuna çekilmesi, onu diğer sefille paralele asla getirmiyor. Nasıl yaşadığını, ne hissettiğini, kendisiyle ne hesaplaşmalara girdiğini, kelle koltukta bir ifşa yayıncılığından antikacılığa geçişte nelerin değiştiğini de anlatır belki bir gün.

Muhtemelen, önünde uzanan, geçenlerde gidip de mezarının izini bulamadığımız bir isimsiz ölü olan, ama bir eylemi, Türkiye’nin daha güzel günleri için yapan ve örgütlü mücadelenin bir parçası kılarken bu “riski” göze alan insan alternatifiydi.

Diğeri, orijinal Salvador Dali’leriyle çılgın sosyete partileri veren, ya da sessizliğe boğulan bir “yaşam” alternatifi.

Fellwock’un halisane niyet ve düşünceleriyle Filiz’in kokuşmuşluğu, farklı iki kişiden bahsetsek de, kurulu düzen karşısında işlevleri açısından bugün bir fark yaratmıyor. Kişisel iki duruş sadece.

Burada, zamanının örgütlüsü bir nice döneğin bugünkü konumlarından, dahası, örgütlü dönekliklerden, vazgeçişlerden, diz çökmelerden söz edilebilir. Örgütlü olmanın bütün bunları engellemediğinden, aslolanın insanın nefesinin nereye kadar yeteceği olduğundan.

Mesele de budur.

Aynı eylemden iki kişi. Ayhan vurularak ölür, Filiz çılgın partiler düzenler.

İnsan, kahramandır ya da kepazedir. Birbirlerine dönüşmeleri, karakter ötesi bir dizi etkene bağlı olarak mümkündür. Gelir geçerler.

Kalıcı olan, örgüttür. İnsanların yalnız olmadıklarını hissettiren, kucaklayıp sarmalayan bir örgüt.

Düşene yanan, gidene acıyan, ama düşenle, gidenle bir kahramanlığın son bulmasına izin vermeyen bir örgüt.

Gerçek kahraman, örgüttür. Militan, örgütlü insandır.

Ayhan’ı halen olanca gücüyle, heyecanıyla aramızda gencecik yaşatan, bir sosyete antikacısının yamandığı düzenden onların öcünü alacak olan tek şeydir örgüt.

Brecht’in Galileo’sundaki açmaza yanıt da budur. Ne kahramanı olmayan ülkeye yazıktır, ne kahramana muhtaç ülkeye. Ne yazıktır ki o ülkeye, kahramanların örgütlülüğünden yoksundur!

Türkiye örgütünden yoksun değildir. Türkiye’nin ihtiyacı, örgütlü kahramanlığın ötesinin boşluğunu kavramaktır.

Yiğit’in sözüyle bitirirsek, yoksa, hiçbir bok değişmez!