Ölüyor insanlarımız, ne kadar çok...

Yazılış yılı olan 1941 itibariyle olsa gerek, sık sık, İkinci Dünya Savaşı’nın genel manzarası olarak yorumlandığına rastlarız “Zafere Dair” şiirinin. Ama bilinir ki, Kuvvayı Milliye Destanı’nın eklenmemiş parçasıdır. “Zafer arefesinde, bir mücahit ağzından” söylenmektedir.

Günler ağırdır, günler ölüm haberleriyle gelmektedir. Haşin, zalim ve kurnaz bir düşman karşısında, çarpışarak ölmektedir insanlarımız.

* * *

Yalnızca son bir yılı düşünün. İsterseniz son bir haftaya kadar daraltın. Ölüyor insanlarımız. Madenlerde karbonmonoksitle boğularak, bir cem evinde kurşunlanarak.

Ölüyor, dövülüyor, aşağılanıyor. Haşin, zalim ve kurnaz bir diktatörün bezirgân sofrasına kurban ediliyor.

* * *

Kafamda onlarca yazı taslağı, her gün, her gün anlamsızlaşıyor, bir kenara itiliyor. Her gün, bir başka vahşetin karşısında, ne lirik ne estetik. Çırılçıplak bir zor, keskin bir öfkeyle çarpışırken, kelimeler incelemiyor. Hiçbir tılsımı kalmıyor.

* * *

Korkunç ellerinle bastırıp yaranı, dudaklarını kanatarak dayanılmaktayken ağrıya, ne satırların nescine koymak o anlaşılmaz şeyi, ne kuyumcu merakıyla kafiye işleme, ne derin kelam...

Bu kadar basit değil işin aslı. Nâzım diyor ki Kemal Tahir’e bu şiirini anlattığı mektubunda, “gözyaşlarımız gittiler” dizesini, anlaşılmıyor denildikçe değiştire değiştire bulmuş. Gözümüzden gözyaşlarımız gittiler. Gözyaşları gittiler. Gözyaşlarımız gittiler...

Daha iyi söylemek, şiirin yakışığını bulmak için değil. Bu gözyaşlarında “şairanelik” olmadığını, düpedüz, bildiğimiz gözyaşı olduğunu anlatabilmek için.

“Demek istediğim, ‘bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp’ giden gözyaşlarımızın, mecazi manada değil tam mutenasıyla ‘gözyaşı’ olduğu...”

Bir parça hazin ve dimdik bırakıp gitmek! Bu da bir şiir dizesi değil, fotoğraf karesi.

İnsan hazin olur mu, dile aykırı değil mi, gerçeğe uygunsuz değil mi? Değil. Çünkü, çıplak ve merhametsiz bir çığlık olmuştur ümit... Bizzat insan hazindir!

* * *

Günler ölüm haberleriyle geliyor.

* * *

Ölüm haberleriyle geliyor Haziran. Ne kadar çok ölüyor insanlarımız, sanki şarkılar ve bayraklarla, bir bayram günü nümayişe çıkmışlar gibi, öylesine genç ve fütursuz...

Şarkılarla, bayraklarla, bir nümayiş için geliyor, kod adı Haziran olan herhangi bir zaman.

Gözümüzde kaybetmişken biz ağlamayı...

Ve unutmuşken artık bağışlamayı!

Bunlardan bir kararlılık devşirmiş, bir değiştirme iradesi kuşanmış olarak halk doğmalı. Öfkesi kınında, dudağını kanatarak dayanmak acıya, tevekkül tavsiyesi değil, aklın denetiminde bir isyan örgütleme çağrısı demektir.

Bu şiiri, “zafer arefesinde bir savaşçı”, halkın düşmanla cephe cepheye geldiği bir anda söylemektedir...

* * *

Ölüyor çarpışarak insanlarımız, halbuki nasıl hak etmişlerdi yaşamayı. Yazmış, silmiştir Nãzım şu eki de: Ve toprakta herkesten fazla, onlar buna lâyıktılar...

* * *

Varılacak yere kan içinde varılacağını, zaferin, artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar, tırnakla sökülüp koparılacağını kavramanın anlamı, ölüm haberleriyle gelen günler içinde, flulaşıyor. Bastırıp yaramızı, dudağımızı kanatarak dayanıyoruz, evet. Ümit, çıplak ve merhametsiz bir çığlıktır, evet.

Ama bir bayram nümayişine, bu şiirin adandığı destanı kimin yazdığını asla unutmadan varılacağı da aynı oranda hakikattir...

* * *

Dün gibi hatırlarım, bu şiiri ajitatif ve Nâzım’ın biraz uzağında bulduğumuz zamanları. 70’lerin pelesenginden çıkıp, incelmenin hazzına varıldığında.

Buradaki “gözyaşı”, düz anlamıyla “gözyaşı”dır diye çırpınılan bir zaman diliminin, bir halk ayaklanmasının şiiri kaskatı ifadelere zorladığı dilimin hayal olduğunu kabullenerek...

Şimdi, ölümlerden süzülen ümit, artık hiçbir şeyi affetmeyen şarkılarla, bayraklarla hazırlanıyorsa nümayişe, o halk ayaklanmasının şartları bir kez daha olgunlaştığındandır.

“Yirminci Asır”ın cesur, büyük ve kahraman safı, sefil ve yüz kızartıcı hâkimiyetine meydan okumaya hazırlanıyor.

Nâzım’ın olduğu safta, bizim tarafta, yeni bir âlem için dövüşmeye...

* * *

Ölüm haberleri geliyor. Ve Haziran, bir üst evrede diktatörlüğe meydan okumaya bu haberlerden geçip geliyor.

O safta, bizim tarafta ayaklanan bir halk örgütlenmesiyle olacak çığlığın ümide dönüşümü.

Düşman haşin, zalim ve kurnaz çünkü. Ölüyor insanlarımız.

İster çete deyin, ister şebeke, ister katil-hırsız sürüsü. Diktatörlük, güç örgütlenmesidir. Bir sınıf safıdır.

Eğer bu şiiri anımsatan günlerden geçiyorsak, eğer zaferi tırnakla söküp koparacaksak, karşı sınıf safının örgütlenmesinde, bir taş atımlık enerjiyi bile boşa harcamamaya ihtiyacımız var demektir.

Yoksa ölecek insanlarımız, genç ve fütursuz, bir bayram günü nümayişe çıkarcasına...

Bu şiir, “Zafere Dair”dir...