Nasıl?

Çok da matah, sevilesi bir tip değildir belki Kipling, ama “kolonyalist” eğilimlere sahip olduğu dönemi bir an unutursanız, örneğin ünlü “Eğer” şiirine “zaman zaman” yakalanmanız mümkündür.

12 Eylül sonrası yayınlanmaya başlayan “Arayış” dergisinin danışmanlığını ve başyazarlığını üstlenen Bülent Ecevit, yazması yasaklandığı zaman, köşesinde bu şiiri yayınlamıştı veda yazısı olarak. O kendince çevirmiş ve adını da “Adam Olmak” koymuştu. İşte o “zaman zaman”lardan biriydi o dönem ve bizi çarpmıştı dizeler. Kipling’i tanımıyorduk, ama şimdikine benzer bir dönemden, savrulmalardan, bulanmalardan, azalmalardan geçiyorduk.

Ecevit çevirisinden gidersek, şiirin ilk dizeleri gibiydi durum. Çevrede herkes şaşırmıştı, bunu da bizden bilmekteydi...

Sosyalistlere akıl verme, ülkenin koşullarında sorumluluk payının büyüğünü solun sırtına yıkma günleriydi. Ah, anlatamamışlardı ki!

Şimdi “Eğer”i anımsatan, belki de herkesin bizden kuşku duyması, eh, bizim de kuşkuya yer bırakır oluşumuzdur.

Haziran’da flamalı örgütüzdür, seçimlerde taktik bilmezlerizdir.

12 Eylül, bir araya gelemeden yaptığımız eylemlerle halktan kopmamızdandır, AKP’nin seçim üstüne seçim alması bir araya gelemeyip halkı örgütleyemeyişimizden, cepheler kuramayışımızdan.

Sol, derler, Haziran sokağını kendi bünyesinde toplamalıdır. Derler ki, AKP seçmeni yoksullar dahil halkı örgütlemeli, onlara seslenebilmelidir. Sol, toplumsallaşmalıdır! İttifaklar yapmalı, gücünü büyütmeli, bu yönde öncelik sıralaması yapmalıdır efendi! En azından, mikro ölçeklerde başarı elde etmeli, topluma bir model sunarak pratiğe girmelidir. En önemlisi, birleşmelidir, birleşmeli!

Bunları, koşulların analizinden, geçmişin derslerinden çıkan derin teorik yol gösterme olarak sunanlara “nasıl” diyemeden, ezilip büzülürsünüz. Hay lanet olsun bize, biz melanet taşıyıcılara!

Bunların hepsini söylemektesinizdir zaten, “nasıl”ının yollarını arayıp durmaktasınızdır, ama siz pratikte olduğunuzdan, bir satranç hamlesini, izleyenin daha rahat görmesi gibi bir durumun avantajıyla, parmaklar sallanır durur gene de.

Sanki “nasıl”ın karşılığı, hani şu yeni söylem, ikna edici proje, çağırıp durmak yerine ortada buluşmanın yolları, yaratıcı dikkat çekme yöntemleri, yeni profil gibi anahtarlar ellerindedir de, muzipçe gizleyip, bakalım biz bulacak mıyız diye beklemektedirler. Bakalım aklımız yetecek mi, meselenin künhüne varacak mıyız, kendimizi aşacak mıyız...

Sol, toplumsallaşmalı. Ne kabızmışız arkadaş, buna uğraşır dururuz, yolunu açıp da yönünü bulup da ferahlayamadık.

Nesnel şartlar filan diye gevelesek, kurtarmaz, “reel politiker”e anlatamayız meramımızı. Ona ne ki, toplumsallaştın mı? Yok. O zaman...

Bak, Haziran oldu, kucaklayabildin mi hepsini? Yok. O zaman...

Aha seçim oldu, geçebildin mi “yüzler” hanesine? Yok. O zaman...

İşte o zaman, Kipling gelir aklımıza. Döküp ortaya varını yoğunu, bir yazı-turada yitirsen bile, yüreğine sinirine “dayan!” dersin, yitirdiklerini diline dolamaksızın baştan tutarsın yolunu, kim ne derse desin.

Nasıl? Solun üzerine iyi niyetli eleştiriler boca edilmesinin de, bir vazgeçişi kabullendirme çabalarının da karşılığı, bu soruya verilen yanıtla belirginleşiyor.

Birleşin! Tamam, hadi ortak gazete çıkarıyoruz, BDP’nin “Kutlu Doğum” mitingi yapıldı. Akıldanelerin manşeti ne olurdu? Birleşmesi gerekenler listesi olarak sunulana bakın, gazeteye ortaklaşmayı yansıtan bir manşet atın hadi. Her unsur bu bir eylemde içeriliyor, o yüzden seçtim.

Bu kadar basit bir pratik sorusu. O pratiğe hükmedecek siyaset sorusu. “Nasıl”, böyle bir şey işte. Dışarıdan bakıp, “rok” hamlesi görmek kadar kolay değil.

Sol güçlerin seçim ittifakı üzerinde ne çok duruldu... Halka seslenmek üzerinde ne çok...

Sola önerilen her şey, hedeflenen her şeydir, haliyle ortada günün şartlarına bakarak yapılmış ne yeni bir analiz vardır ne bir yeni kelâm.

Sosyalizmden vazgeçin önerisinde buluşmaya meyyaldir ama hepsi.

Kimlik siyaseti yaparsanız, insanların verili duyarlılıklarına seslenirseniz, siyasetinizin geri kalan unsurlarına fazla takılmayan bir kitleyle buluşursunuz...

Dincileşme ve sağcılaşmanın hâkim ideolojik pranga olduğu bir ülkede, söyleminizi, referanslarınızı bu olgulara uyarlarsanız, aynı dili konuşmuş olursunuz...

Özgürlükçülük arayışının ne kadar etkili bir güdüye hitap ettiğini görür ve biraz esnek olursanız, Haziran’ın flama antipatisini anlarsınız ve kucak açarsınız...

Şu an için, öyle bir bardak rakılık fark filan demeden, iktidarın karşısındaki en geniş gücün sahibiyle birlikte olursanız, zamanla ya orayı etkiler ya siz dönüşür, ama hiç değilse iktidar umudu taşırsınız...

Aranızdaki önemsiz farkları, örneğin milliyetçiliği, kimlikçiliği, liberalizmi, piyasacılığı, emperyalizmi sözlükten silmeyi, gericiliğe hoşgörüyü filan kafaya takmadan birleşirseniz, fıstık gibi olur...

Kipling gelir işte bunları duydukça, ne yapsın, söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz, safları kandırabilir diye dert edinmemeye başlarsın bir noktadan sonra.

Biz bunları söylemiyoruz ki, der kimileri, sizin sosyalizm ısrarınız doğru, siyasal öngörünüz ve önermeleriniz yerinde, ama kardeşim, kitleselleşin, böyle olmaz...

Olmaz. Böyle olmaz. Nasıl olur? “Zıpçıktı”lıktan, pişmiş aşa su katıcılıktan, ille de sınıf perspektifi demekten, ille de sistemi hedef almaktan, devrimden caymaksızın, toplumsallık diliminizi nasıl büyütürsünüz?

Tahtaya dışarıdan bakanların rahatlığıyla, “gambit”ler önerile önerile, kaç hamle ilerisini görürsünüz?

Yaratıcı olun, yeni şeyler söyleyin, somut projeler sunun topluma! Tel üzerinde tek tekerlekli bisiklete binsek, sosyalizm projesinden daha somut, daha vaat edici, daha onay bulucu proje üretir miyiz ki? Dört sesli kanonla söylesek, düdük yerine klarnetle yürüsek? Nedir o büyük sır, bilip de söylemedikleri, ah bir bulsak...

Düşlere kapılmadan düş kurabilmekten, yolunu saptırmadan düşünebilmekten söz eder Ecevit çevirisinde şiir. Hayallere teslim olmamak, düşüncelerini amaç edinmek olarak da çevrilmiştir.

Boşver, diyesiniz gelir, sallanan parmakların ardındaki sese bazen. Bu siyaset arenasında, hangi iddianın temsilcisi olduğunuzu karartacak her şeye boşver.

Büyümeli, toplumsallaşmalı. Ama sosyalizm. Ama sınıfın dünya görüşü.

Üç-beş hesabına kapılmadan, verili kabulleri okşamayı için kaldırmadan. Neysen, o olarak. Ne kadar gücü buraya çekebilirsen çekerek, sen eğilip bükülmeden.

Boşver, diyesin gelir bazen...

Boynumuza düşmüştür, her saatin her dakikasına, hakçasına emeğini katmak. Toplumsallaşmanın başka bir sihirli formülü yoktur. İğne iğne, ilmek ilmek örgütlenmek. Kızsalar da kudursalar da, böyle gördük atadan, tutucuyuz işte...

Satranç hamlelerini taşlara elini sürmeden yapanlara şöyle bir bakıp, ne kazandım diye sevinerek, ne yıkıldım diye yerinerek, bunların ötesini kafaya koyarak...

“Nasıl”lara, insanların tarihi nasıl yaptıkları konusundaki o pasajla yanıt verip, kendine güvenerek...

Kendine güvenerek, herkes senden kuşku duyar, şaşırmasının sebebini sen gösterirken...

Yarın devam ederiz, iktidar olma formüllerini anlamaya çalışmaya...