İnadına direniş değil, boyun eğmeyiş

Bir dönemin yaygın, şimdinin hâlâ kullanılan bir siyasal duruş ifadesi, “inadına” söylemi. Kuşkusuz teslim olmamayı içeriyor, kararlılık belirteci olarak kullanılıyor, ama uzun vadeli bakıldığında inisiyatifi, karşı tarafa veriyor. Siz bir şey yapıyorsunuz, istiyorsunuz, dayatıyorsunuz, biz de “inadına”...

“Direniş” de, somut bir olgunun adlandırılmasından, reel durum tanımından çıkıp kavramsal bir saflaşmaya evrilmeye başladığında benzer bir konuma düşebilir.

Gezi Parkı’nı talana açacaktınız, direndik, izin vermedik. Polisi saldırttınız, direndik. Bu direnişe, tüm ülkenin desteğini sağladık. Şiddetinizi artırdınız, direndik. Çocuklarımızı öldürdünüz, direndik. Palalıların bıçaklıların tasmasını saldınız, yılmadık, direndik. Yalanlar uydurdunuz, iftiralar attınız, boşa çıkardık, direndik. Cenazelerimize, kımıltısız duruşlarımıza, parkta gezintilerimize saldırdınız, direndik. Direnişi bölmeye, yalıtmaya, önderliksiz bırakmaya yeltendiniz hep size yontan hukukunuzla, vermedik, direndik.

Bunlar somut olgulardır, çok yönlü bir saldırı karşısında, adlı adınca, fiilen direnmedir.

Ama, siyasal saflaşma, yalnızca fiilen ve hukuken saldıranlarla buna direnenler arasında olamaz. Dayatanlar ve inatlaşanlar arasında olamaz.

Kavramlar ve saflar, siyasal kümelenmelere aittir ve inadın, direnişin niteliğini, geleceğini, yönünü belirler.

Sadece inat, sadece direnmek, mütareke dönemlerinin olabilirliğini varsaymaktır.

Sorumlu birkaç saldırgan yargıya sevkedilir, Gezi Parkı’na dokundurmayan hukuka uyulur, polis kaskını çıkarıp copunu bırakır bir süreliğine, gözaltındakiler zaten bırakılmıştır, ev aramalarındaki “suç delilleri” geçersiz sayılmıştır, toplu davalar açılmamıştır, derken ortalık “normale” döner.

Gündem, Anayasa gibi, “barış süreci” gibi, “demokrasi tesisine yönelik” gelişmelerin takibiyle oluşmaya başlar. Seçim stratejileri, meydanları devreye girer. Hay Allah oyumuz boşa gitmesin diye ne yapsak kaygıları üste çıkar.

İşte somut ve fiili durum adlandırmaları olan inadına gidiş ve direniş, karşılıklı mücadelenin iktidar odaklı olduğu gözden kaçtığı ve bunların siyasal saflaşma kavramlarına dönüştüğü bir aşamada, irtifa kaybetmeye mahkûmdur. Çünkü, tepkiseldir, dayanışma amaçlı bir araya geliştir. Bir analizin getirdiği tavırla, iktidar perspektifiyle, uzun soluklu örgütlenmeyi kendiliğinden yerine getiremez.
Oysa, üst düzey sıcak çatışmalar içeren bu direniş süreci, homojenlikten ne denli uzak olursa olsun, hükümete karşıtlıkta buluşan çok ciddi bir gücü ortaya çıkarmıştır. Bu güç, yalnızca iktidardan türlü yönlerde gelecek hamlelere direnmekte kullanılamaz. Aynı zamanda bir karşı saldırının, iktidarı alaşağı etme ve ele geçirme hedefinin öznesine dönüşmelidir.

Burada, öncünün sahne alması kaçınılmazdır. Siyasal doğrultusunu, bütün bir direnme ve itiraz kümesini kapsayacak kuşatıcılıkta örgütlenme modeliyle hakim kılacak, iktidarı almaya kanalize edecek bir partinin oynayacağı rol hayati önemdedir.

“AKP zulmüne” karşı koyuşun ötesinde, bütün sosyal ve çevresel düzenlemelerin hem kaynağının, hem bunları dayatabilme erkinin bütünlüklü sistemle bağını kurmak ve alternatifini örgütlemek, “direniş”te neye direnildiğini tekil örneklerin üzerine çıkarmak, önümüzdeki sürecin birincil işidir.

Mevzi ya da lokal mücadelelerin neden “tek başına kurtuluş yok” sloganıyla bağlantısının kurulamadığı sorusu, bu çatışmalı dönemde geride kalmıştır. İktidarın liberaller ve avanaklar desteğiyle takındığı bütün “demokrasi ve modernite” süsleri sökülüp alınmış, çırılçıplak kötülüğü ve gericiliği çıkmıştır ortaya. Dolayısıyla, şu ya da bu konuda bazı hatalar yapan ve bu hataları da kibirinden kabul etmeyen bir iktidar olmayıp, en küçük parçada bile yansıyan bir makro sistemin yürütücüsü olduğunu anlatmak ve anlamak daha kolaylaşmıştır.

Artık burada, iktidarın yapacağı her yanlışta karşısına dikilen, direnen bir bilinçten söz açmakla yetinmek, halkın kendi alternatifini yaratmasını ve dayatmasını engellemek, dolayısıyla heder etmek anlamına gelecektir. Hamleyi karşıdan bekleyen ve ona göre mevzilenen pasifizme itmek olacaktır.

Evet, eğitim sisteminden HES’lere, sağlıktan Anayasa düzenlemelerine, özelleştirmelerden dış politikaya, her alanda iktidarın planlarını bozmaya yönelik bir direnişi, kuşkusuz var gücümüzle yükselteceğiz, bu mevzi mücadeleleri asla duraksamadan yerine getireceğiz.

Ama, bütün bunların kaynağını da kurutmayı, bugün AKP eliyle temsil edilen, yarın bu aktörün değişmesi halinde de, ister CHP ister MHP ister BDP kimliğiyle yürütülecek olanın alternatifini göstermeyi ikincil plana atamayız.

“İnadına bir direniş” değil bizimki, halkı iktidara taşımak mücadelesi.

Bu yüzden, bugün eylemlere mal olmuş bir söz, “Boyun Eğme”, ilk bakışta benzer anlam taşımaktan, bir seçim sloganı olarak üretilmesiyle ayrılıyor. Bu düzene boyun eğme kapsamıyla.

Anlatılan işte tam da budur. Bugün bir mevzi mücadelede kullanılabilecek, direniş ve inadı kuşatabilecek, ama emperyalizmin, sermayenin, gericiliğin hiçbir hamlesini karşılıksız bırakmama, onları yok etme hedefine yönelen bir çağrıdır, “Boyun Eğme”.

Yarın Gezi açıldığında, Anayasa “demokratikleştiğinde”, Kürt hareketiyle pazarlıklar yeniden yürüdüğünde filan bir kenara çekilecek olan bugünün “direnişçi” görünümlü kimi siyasal çevreleriyle, polis şiddeti ve örgüt yaratma çabaları hukuk dışıydı ama geriye kalan operasyonlar devam etsincilerle, direniş günlerinde, aman darbeye de varmasın iş itidalli olun, Kemalistleri değil türbanlıları çağırın, seçilmiş hükümete zeval gelmesin martavalcılarıyla farkımız, artık sokaktaki insanlarca görülür, elle tutulur hale gelecek.

“Boyun Eğme”menin iktidar mekanizmasını elde etmeye yönelik bir çağrı olduğu, hiçbir yerinden sisteme yamanmaya izin vermeyeceği anlaşılacak.

Şimdi işimiz, budur. İktidar hedefiyle örgütlenmek, halk hareketini partileştirmek.