Flamadan korkan Tayyip olsun!

Asaf Güven Aksel'in “Flamadan korkan Tayyip olsun!” başlıklı yazısı 09 Haziran 2013 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Göreceğimiz varmış demek, Cemal Süreya’nın yarım kalan şiirini bir daha anımsatacak günleri. “1 Mayıs” şiirinin temsil provasını. Herkesin başını uzatıp “bugün hava güzel” dediğini birbirine. Bugün hava güzel dedi çocuk. Ablası hemen onayladı onu. Piyango bileti satıcısı şapkasını çıkardı. Postacı her evin önüne kâğıtlar bıraktı. Şoför dirseğini arabanın kapısının üzerine gerdi. Bugün hava güzel. İki adam tavla oynuyordu. Bugün hava güzel. Bugün hava güzel. Müslüman işçiler namazdan sonra bağırdılar. Bugün hava güzel...

On günden fazla oldu, Türkiye’nin tadı geleli. Daha bir başka seveli caddeleri, parkları. İnsanlarıyla dolmuş meydanlarını. Ara sokakları.

Barikatlarda dövüşürken güzeldi hava. Yaralı taşırken. Yanmış gözünü silerken kedinin. Nanik yaparken üzerine çevrik silahlara.

Bugün hava güzel. Herkes, ama herkes böyle selamlaşıyordu.

Yüzlerce yazı, binlerce paylaşım anlata anlata bitiremedi yaşananları. Ne çok analiz yapıldı, ne devasa dersler çıkarıldı on günden biraz fazla zaman dilimine yönelik. Çok doğal. Sadece Türkiye değil, dünya için son derece özgün bir laboratuvar oluştu ki, şaşırtıcı, akla ziyan.

Ezber bozmanın, destan yazmanın, bütün bir tarihi yeniden değerlendirmenin ötesindedir elbet, eğer aileler, akşam gezmesine çıkar gibi savaş boyaları sürünüp meydanlara doluşuyorsa çoluk çocuk. Piknik alanı gibiyse şiddetin üzerine yürüyüş. Bir mermiyi pantomim eldiveni durduruyorsa, bir abla hemen onaylar: Bugün hava güzel...

Korkusuzluktan, boyun eğmemekten, vazgeçmemekten o kadar sahne aktarıldı ki. Yaratıcı akıldan, mizahtan, zekâdan, diktatörlüğe ti çekmekten, uluorta sövmekten öyle şık örnekler kapladı ki ortalığı. İktidarın güruhuyla itirazcıların toplumu öyle dengesiz, öyle uçurum sıkletler sergiledi ki. Öyle bir aciz kalındı ki, yalanlar öyle hızla çürüdü ki sokağa karşı. O heybet, o böbür, o anıt vakarı öyle madara oldu ki. Littin’in Pinochet’ye taktığı kuyruk halt etmiş, bugün hava güzel.

Yüzlerce, binlerce zekâ, göz, deklanşör tanıklığında anlatılanlardan biliyorsunuz her şeyi. Gene de yazmadan duramıyor insan. Kelime zaten kifayetsizken, bir de sınırlı alan var, bu sınırsız şeyi ifade etmek için.

“Yoldaşlara soğuk suu!”, “TKP’ye çıtır çıtır simiiitt”, “kaşkolcunuz geldi boyun eğmeyenleerr” gibilerden seyyar satıcılara alışmıştık, hem bir pazar unsuru olmanın gösterdiği şeye, hem bu girişimcilere gülümsemeye alışmıştık.

Ama bu kez şöyle oldu: Bakkalarda gaz maskesi çeşitleri görüldü, deniz gözlüğünün üçü 10 liraydı işportada, köfteci “aç karnına eyleme gitmeyeliimm” diye bağırıyordu. Ne zaman ki işporta, tezgâh, belirli bir özneye değil, halka arz eder olmuştu malını, pazar çantasına iki de karbonat eklenmiş, alınan limon sayısı artmıştı, o zaman anlaşılmıştı geri dönüşsüz bir yola girdiği halkın.

Öncü kuvvetler değil, yığınlar çarpışıyordu, “piyasa”nın tescil ettiği buydu.

İşte o şiirin ihtiyarı, hemen şuracıkta bir tabureden bakıyordu önünden geçenlerin neşeli ve kararlı adımlarına. “Anılar diyordu, anılar bugün düş değeri kazanıyor...”

Düş değerinde anı. Ancak düşlerde görülecek yaşam gerçekliği. Burada biraz duruyorsunuz işte. Bu şiirsel derinlikte, ihtiyar neye işaret ediyor çaktırmadan diye irkiliyorsunuz, güzel güzel giderken. Bir düş gibi anı biriktirdik demek, bir an ürkütüyor. Anı? Düş? Biri yaşam, biri hayal. Biri gerçek, biri umut. Ve ikisi de bugün değil, yarın değil, aman ha, diyor lanet ihtiyar, tam duygular kanatlanmışken. Çaktırmadan!

“Hey gidi günler” anısı mı, uyanınca bozulacak bir düş mü? Hayatın kendisi olmuş bir düş dilimi, ya da, biz bugünlere şöyle gelmiştik anısı olması neye bağlı peki?

Bugün hava güzel, önemli olan bu şimdi. Yarın?

Biir savaş simülasyonuymuşçasına, hayata oyun konsolundan bakar ve resetler tekrar diriliriz dercesine gözüpekliğin ve cesaretin binbir ayak oyununa yetmez kalacağı, kelimelerin, graffitilerin, sosyal medya paylaşımlarının ötesinde bir yerde cereyan edecek kavgaya da hazır mıyız, yıllar sonra anılarımız düş niteliğine bürünmüş olsun diye?

Eh be Cemal ağabey, ne demeye tekrar tekrar soktun, üstelik ilk bakışta pek sevimli gelen şu huysuz ihtiyarı şiire?

Tam da zafer şarkıları, demek ki bu işleri başarmak için bir örgüte ihtiyaç yokmuş eşliğinde söylenirken. Ayağa kalkan halkın kendine güveninin gelmesi, isterlerse yapabileceklerini görmeleri üzerinden, bunları anı parçaları olarak serpiştirmenin teorisi yapılmaya başlanmışken.

Düşlerden anılara uzanan süreç, kesintili enstantaneler olarak algılandığında, bugünün dünden alacağı, yarına bırakacağı bir şey olmadığı küstahlığı beslendiğinde, bambaşka bir anlama bürünüyor “bugün hava güzel”. Pis bir el, “bugün”ün altını çiziyor durduk yerde. İster istemez, “yarın”, bir soru işareti takıyor peşine.

Meydan çöpünü temizlerken de, revir kurarken de, belli saatte toplanırken de örgütlü hareket ettiniz üzerinden, ya da karşınızdaki güç, devlet de örgütlenmiş siyasettir gerçeğini anımsatarak, şimdi halka empoze edilmeye çalışılan örgütsüzlük söylemi karşılanamaz. “Kurtarılmış” Gezi’de flamalardan nefret yaymaya başlayanlar, siyasal yapı örgütlenmelerine karşıtlık temelinde örgütleniyorlar zaten.

Bütün ortak ve sakıncasız gördükleri sembollerinin, flama istemeyişlerinin bile, apaçık örgütlü siyaset olduğunu fark ettirmeden hâkim kılmak, bu direnişten örgüt umacısıyla “nemalanmak” istediklerinden. AKP ile tesis edilmiş bir ilişkinin zedelenmesinden kaygılı aktörlerin sükûnet amaçlı bu yöndeki çalışmalarını, liberallerin ayak oyunlarını hiç söylemeyelim. Şimdiye kadar eylemlerin seyircisi olup, ilk katıldığında elde edilen başarı ve o başarıyı getiren şenlikli mücadelenin cazibesiyle, direnişin öznesi niteliğine çok doğal bir ruh haliyle bürünen ve haklı da olan insanlara bir alicengiz numarası çekmektir dertleri. Yer mi bu halk!

Örgütlenerek ve siyasal taleplerle ayağa kalkmış bir halkın elde ettiklerini, örgütsüzlük ve siyasetten uzaklık potasına dökmek, hâkim sınıfın müsekkinlerinin başlıcasıdır. Nitekim, iktidarın ve yandaşlarının ilk günden beri sürekli dillendirerek halk hareketini pasifize etmek ve olası daha tehlikeli sonuçlar doğuracak hamlelerinin önünü kesmek için kullandığı söylem, şimdi, iktidara karşı yapılması gereken şeyler listesinin baş tavsiyesi olarak Gezi Parkı’na dikilmek isteniyor.

Ne zaman? Kitleye kalkan olunan çatışmalar biraz seyrelmiş, devletin işgal güçleri oradan temizlenmiş ve şenlik ateşleri yakılmışken.

Biriktirdiğiniz anılar yetecek mi, düşünüzden bir karabasana mı uyanacaksınız sorusudur burada halkın yanıtlayacağı.

Biz, düşlerimizin anılardan geçip gelerek yaşantımız olduğu bir ülke özlemindeyiz. Ayağa kalkmış, örgütlenmiş, direnmiş bir halka, bu mevzi başarıyı bütün satha yayabilir, hayatı değiştirebilirsiniz demeye devam edeceğiz. Tepkisel talepten, öneren talebe sıçratmaya. Bu nedenle flamamızdan korkan, Tayyip’tir, sermayedir, halk değil.

Bir ihtiyar, yıllar yıllar sonra da, bugün hava güzel desin, anıları düş değeri kazanmış olsun uyanmamacasına, unutmamacasına...

Tepkiyle yıkmak, durdurmak için ayaklananları, siyasal bilinçle kurmak, ilerletmek için örgütlemeye!